Baskıcı ve gerici bilinç binlerce yıldır var olan kaotik bir bilincin yansıması aslında. Tarih boyunca hakikati savunanları yok eden ve insanları birbirine kırdıran bir bilinç bu. Ve bizler ülke olarak onun şifa sürecindeyiz.
Bahsedilen bu kaotik bilincin bu topraklarda ve bu toprakların yanı sıra Ortadoğu’da açığa çıkması elbette bir tesadüf değil. Dış ülkelerin bu taraf üzerine oynadığı oyunlar dışında bu topraklarda var olan bu durum, yüzlerce yıldır Osmanlı’nın yarattığı kölelik bilincinin travmasıdır. Padişahın “kullarım” dediği resmi veya resmi olmayan köle konumundaki halk, yüzlerce yıldır konuşamadı, her denileni yaptı ve padişahı zorla sevdi. Bu süre zarfında bu topraklarda yaratılmış olan kolektif bilinç, şimdi kendini diktatöre karşı sempati olarak gösteriyor. Kısacası eski olan travmanın ve bilinçsel sorunun açığa çıkmış hali… Bu yüzden başbakanın kendini padişah görmesi, insanların ona kul köle olması, yalakalık yaparak üst makamlara çıkma gayretleri tesadüf değil, Osmanlı döneminden ve önceki krallık dönemlerinden kalma bir travmadır.
Kölelik bilinci, bu bahsettiğimiz kaotik bilinci bir kolu ve destekleyicisidir sadece…
Bu bilinç binlerce yıldır var olan bir bilincin yansıması aslında, onun şifa sürecindeyiz. Hitler kimliği olarak ortaya çıkan bilinç, zencileri köle eden ve sadece derisi farklı olduğu için işkencelere mazur bırakan, cadıları ve paganları yakan ve binlerce masum insana işkence eden Engizisyon olarak ortaya çıkan bilinç, Şemsi, Mansur’u nice dervişi katleden, Madımak’ta diri diri aşukları yakan, Hypatia’yI antik İskenderiye’de zalimce katleden, Galileo’yu dünya yuvarlık değil diye ikna etmeye çalışan ve idamla tehdit eden, bir okültist, rahip ve filozof olan Giordano Bruno’yu Güneş merkezli sistemi ve evrenin genişliğini savunduğu için sapkın ilan edip yakan yine aynı bilinçtir. Şimdi de başka bir formda, daha modern ama aynı katılıkta karşımıza çıkıyor.
O zamandan bu zamana bu bilinç Dünya üzerinde tekerrür etti ve çok az özgürlükçü insan buna karşı durabildi. Tarih boyunca bütün bu katliamlar olurken, sadece azınlık “hayır” diyebilmişti. Halk engizisyonu destekliyordu, Şems’in ve Mansur’un katliamlarını onaylıyordu, Hypatia idam edilirken halk “cadı” diye lanetliyor ve çeşitli küfürlerle slogan atıyordu. Madımakta bir bağnaz güruh vardı yanışı salyalarla izleyen. Kısacası belli bir çoğunluk bu köleleştiren bilinci “kutsal” kabul ediyordu ve kölelik bilinci içinde özgürlüğünden vazgeçiyordu. Çünkü bu aynı zamanda sorumluluğu kabul etmeme, sorumluluktan kaçma dürtüsünü de tatmin ediyordu.
Her çağ bu bilinci kırmaya çalıştı. Şimdi Türkiye başta olmak üzere Dünya’nın çeşitli yerlerinde bu bilinç kendini başbakanlar, bakanlar, ekonomi gücünü elinde tutanlar veya yüksek siyasi kimlikler olarak açığa çıkarıyor. Bütün bu direniş ise bu bilincin şifalanması üzerine kurulur.
İlginç bir şekilde, bu kaotik bilinç her daim “ışık” ve “din” üzerinden kötülüğünü yamıştır. Bunu yapan öncesinde kiliseydi, halkın “kutsal” zannetiği bir topluluk, Madımak’ı yakanlar kendini “dindar” zaten bir kesimdi. Haliyle “adalet” ismini ve “ışık” sembolünü partisinin sembolleri olarak kullanan bir parti üzerinden bu bilincin açığa çıkması da tesadüfü değildir. Hiçbir zaman şeytan kendini şeytan olarak göstermez. Zalimliği ve kutsal olmayan düşüncelerini “kutsalmış” gibi göstererek gelir, adaletsizliği “adalet” ismi üzerinden getirir, kaosu “ışık” sembolü üzerinden yayar, cahilliği “bilgiymiş” gibi anlatır, haksızlığı ve köleliği sözde “hak” üzerinden geçerli kılar. Kısacası yaymak ve yapmak istediği her neyse, onun tam tersi bir olgu ile göz yanıltarak, insanları kandırarak gelir bu bilinç. Ezoterik gelenekte metaforik olarak söylendiği gibi ; “Şeytan hiçbir zaman kendini şeytan olarak göstermez, gerçek yüzünün tam tersi bir maskeyle gelir.”
Şu anda ülkemiz belki de en zor sınavı veriyor. Çünkü karşıda olan şey öldürülebileceği, katledebileceği bedensel bir düşman değil, savaşarak kazanabileceği bir olgu değil. Karşıda olan şey çok eski kaotik bir bilinçtir. İnsanların ilk art niyetlerle oluşturmaya başladığı ve zamanla güçlendiği, kolektif bilinçaltında tabiri caizse dinamik bir bilinç halini alan bir bilinçtir. Bazı insanları bu bilincin sadece ataerkil bir bilincin yansıması olarak tanımlıyorlar. Ama bu doğru değildir. Bu kaotik bilinç hem eril hem dişildir. Eril bilincin şiddetini, vahşetini, baskıcılığını, dişi bilincin, sinsiliğini, yalanını, oyunbazlığını ve dini kullanma içgüdüsünü almıştır. Yani hem eril hem dişil enerjinin negatif özelliklerinin oluşumdan kaynaklanmaktır. Zaten bu kadar eski ve köklü bir kaotik bilinç olması da bu yüzdendir.
Bu bilinç ile mücadele etmek zor ve korkutucudur. Çünkü bu bilinç kendini öfke ile gazap ile ve ayrıştırıcılık ile açığa çıkarır. Bundan güç alır. Siz bu enerjileri destekledikçe bu bilinç güçlenir. İlk olarak dindar ve dindar olmayan, inanan ve inanmayan diye yaftalar. Böylelikle dinin dizginlerini eline almış olur. Eğer siz bu ayrıştırmaya katılırsanız, siz de bu bilinci destekler duruma gelirsiniz.
Bu bilinci zayıflatan ise karşıt olumlu duygulardır yani sevgi, neşe, birleştiricilik, birlik, özgürlük hisleridir. Bu yüzden Gezi direnişi mevcut sistem için çok sarsıcı olmuş ve hükumetin iktidarda olduğu süre zarfında verdiği en zorlu sınav haline gelmiştir. Çünkü beslendiği bilinci zayıflatan bir karşı bilinç ile karşılaşmıştır. Bu kaotik bilinçle savaşan bir diğer kaotik bilinç olan cemaatin tutumu ise yeterli verimi elde edememiştir. Kasetler, şantajlar, kirli oyunlar ve çeşitli eylemler gösteren cemaatin başarılı olamaması bu bilinci kırmanın yolunun buradan geçmediğini net bir şekilde ortaya koymaktadır.
Bilincin farkına varınca burada suçlu herhangi bir başbakanın veya bakanın ya da cumhurbaşkanının dünyevi kimliği değildir, onu yargılamak doğru değildir. Bunun yanı sıra o bilincin altında kendi bilincinden vazgeçen kesimde de herhangi bir suç yoktur ve o kesimi yargılamakta doğru olmayacaktır. Tek yapılması gereken bu kimliğin arkasındaki şer ve kaotik bilinci, özgürlüğü kısıtlayan, köleleştiren bilinci fark etmek ve bunu şifalandırmak, sevgi, barış ve dua ile bunu dönüştürmektedir. Şimdi, eski çağlara göre çok daha fazla kişi uyanışta, çok daha fazla kişi bu şer bilincin karşısında tüm kalbiyle duruyor, çok daha fazla kişi el ele tutuşup ölümden korkmadan “hayır” diyebiliyor. Bu, içinde bulunduğumuz çağın, en büyük bilinç şifasının gerçekleştiğini bizlere gösteriyor.
Mum, ışığını paylaşmakla ışığından bir şey kaybetmez. Bize düşen ışığımızı paylaşmak ve en saf ve barışçıl enerjimizle mevcut sistemin değişimine katkıda bulunmak ve bunu yaparken dışarıda olan her şeyin iç dünyamızda olanın yansıması olduğunu unutmadan, öncelikle kendimizi değiştirmekten başlamaktır. Öte yandan tüm ruhsal insanların, sevgi ve şifa ile barış ritüelleriyle bu bilinci dönüştürmesi yapmamız gereken diğer unsurlardan biridir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder