Cuma

Neden Sevgi ve Aşk?

Neden ruhsallıkla ilgili kaynaklar, sürekli sevgiyi gözümüze sokmaya çalışıyorlar? Bu birçoğumuzun farkına vardığı ve fark ettiği bir durumdur. Belki de bir kısmımız artık sevginin bu denli göze sokulmasından sıkılmış olabilir… Her spiritüel kaynak  uzun uzun sevgiden ve sevmekten bahseder.
Tasavvufi eserler sevgi ve aşk dışında adeta başka söz söylemezler, Budistler aydınlanmaya giden tek yolun şefkat ve sevgi olduğuna değinirler. Bazıları bu “sevgi” tavsiyelerinin gereksiz yere “pembe” hayaller kurdurttuğunu ve pek gerçekçi gelmediğini düşünürler, bazı kimseler ise adeta dogmatik bir şekilde“sevgiyi” ağızlarına doladıkları halde gerçekten sevmenin (en azından “koşulsuz sevgi” kavramının) ne demek olduğundan ve sevginin gerçek gücünden bihaberdirler. Öyleyse nedir sevgiyi bu denli önemli kılan?
Yaratılışın Temeli
Sevgiyi bu denli önemli kılan nokta, sevginin yaratılışın temeli olmasıdır. Yaratıcı, tüm kainatı yaratırken saf sevgiyle istemiş ve “ol” demesi ile kainat var olmuştur. Tasavvuf dahil olmak üzere pek çok ruhani ekol, bu saf sevginin yaratımıyla meydana geldiğimizi ve bu yüzden Yaratıcıya ancak saf sevgi ve sevginin yansıması olan ilahi şefkat duygusu ile ulaşabileceğimizi bize söyler. Tasavvuf erleri, ancak ilahi aşk ile O’na ulaşacağından bahsederken, bazı Budist ekoller ise Nihai aydınlanma için ilahi şefkatin ve sevginin şart olduğundan bahseder.
Eğer aydınlanma yoluna gidilmek isteniyorsa yaratılmış her şeyi sevmek çok büyük önem arz eder. Bu önce kendimizi sevmekle başlamalıdır ve sonra insanları, hayvanları ve canlı-cansız her şeyi sevmek ile devam etmelidir.
Muhiddin-i Arabi, aşk ve yaratılışın bağlantısını, şu dizelerle aktarıyor:

Biz aşktan sudur ettik
Aşk üzerine yaratıldık
Aşka doğru yöneltildik
Aşka verdik gönlümüzü
Birliğin Tezahürü; Sevgi
Sevgi bütün zıtlıkları birleştiren ve ilahileştiren yegane duygudur. İnsanların bir arada olmasının temel nedeni sevgidir…  Sevgi dışında diğer duygular ve eylemler ancak belli bir süre insanları bir arada tutmaya yeter. Eğer bir kişi ile aranızda bir sevgi bağınız varsa, kişiliğiniz istediği kadar farklı olsun, bir arada durabilir ve karşılıklı saygı ile yaşamaya devam edebilirsiniz. Etrafınıza bir bakın; kalıcı olarak sizin hayatınızda olan kişilerle aranızdaki en güçlü ve yegane bağın sevgi olduğunu fark edeceksiniz. Ve sevgi dışında diğer duygular ile bir arada olduğunuz insanların hepsinin hayatınızdan belli bir süre sonra çıktıklarını fark edeceksiniz. Çünkü hiçbir bağ sevgi kadar güçlü değildir…
Sevgi bu yüzden insani bilinçte zıt gibi gözüken dualite kavramlarını, ilahileştirerek zıtlıktan birlikteliğin mükemmelliğine dönüştürür. Zıtlıklar arasındaki “mücadeleyi”; “uyuma” ve “TAMAMLANMA” durumuna çevirir. İşte sevgi bu yüzden evreni bir arada tutan temel yasadır, zira evrende var olan tüm zıtlıklar birbirini tamamlarlar ve mükemmel dengeyi yaratırlar, mücadeleyi değil… Çünkü evrene ilahi sevgi hükmeder. Aynı şekilde insanlar arasında da var olan sevgi, zıtlıkları mükemmel dengeye dönüştürür. Sevgi, birliği tezahür ettirir.
Sevgi dışındaki diğer tüm bağlar eninde sonunda kopmaya mecburdur, işte bu yüzden hayatımızda her daim var olan insanlarla aramızda yoğun bir sevgi bağı vardır.
Sevgi Kutsallıktır
Sevgi ile yapılan her eylem “kutsal” sayılır. Zira sevgi o kadar yüksek titreşimli bir enerjidir ki, düşük titreşimli tüm enerjileri dönüştürür. İşte bu yüzden sevgi ile yapılan eylemlerde sadece yüksek ve ilahi bir enerji vardır.
Nefret, öfke ve diğer dünyevi duyguların doğası çok basittir. Temeli insani dürtülerden ve hayatta kalmayı amaç edinen egodan gelir. Bu duyguları kötü diye yargılayamayız çünkü bu duygularında hizmet ettiği durumlar söz konusudur.  Ama bu duyguların ilahi değil, benliksel olduğunu hepimiz hissederiz. Sevgi ise bunlardan çok farklı bir duygudur, doğadaki av-avcı yani mücadele dürtüsünün ötesindedir, çünkü samimi sevgi duygusu, egosal isteklerden değil üst benlikten gelir.
İşte bu sebeple samimi sevgi aktığında, o ortamda kutsal enerji yaratılır. O ortamın titreşimi yükselir. Bu yüzden aşkın ve sevginin olduğu yerde, kutsal olmayan hiçbir şey yoktur ve yine bu yüzden saf sevgi ile yapılan her eylem bir ibadettir.
Sevginin Enerjisel Görevi ve Merkezi
Sevgi enerjisinin aktığı ve yayıldığı ana nokta kalp çakrasıdır. Kalp çakrasına çeşitli kültürler çeşitli isimler vermiştir. İsimler ne olursa olsun, üst çakralar ile alt çakralar arasındaki nihai dengeyi bu çakra üstlenir. Taç, alın ve boğaz çakraları üst çakralardır ve bizi üst âlemlere bağlarlar. Solar pleksus, sakral ve kök çakra ise alt çakralardır ve bizi alt âlemlere ve Dünya’ya bağlarlar. Bu alt ve üst çakralar arasında “enerjisel” bir boşluk ve “sınır” vardır. İşte alt ve üst çakraları birbirine bağlayan ve onlar arasındaki uyumu sağlayan nihai çakra kalp çakrasıdır. Bu yüzden kalp çakrası ile yapılan her çalışma, alt ve üst çakralar arasındaki iletişimi arttırır. Kalp çakrasının gelişimi ile alt ve üst âlemlerin idraki çok daha berrak ve dengeli olmaktadır.
Bizim yedi çakramıza tekabül eden ayrıca 7 ruhsal bedenimiz vardır. Kalp çakrasına denk gelen astral beden ise yine üst bedenler ile alt bedenler arasında kapı görevi görür ve üst bedenler ile alt bedenler arasındaki bilgi akışını düzenler, burada mükemmel uyumu yaratır.
Kalp çakrası odaklı çalışmaları yeteri düzeyde yaptığınızda (Kalp çakrasının ruhsal bedeni olan astral beden de bu sisteme dahildir)  koşulsuz sevgiyi deneyimlemeye başlarsınız. Bir anda alemde var olan tüm yaratılışı kalbinizde hisseder ve hepsine saf, ilahi bir sevgi beslemeye başlarsınız. Baktığınız her yerde; taşta, çiçekte, kuşta, insanlarda, ilahi tezahürü ve sevgiyi-aşkı görmeye başlarsınız.
Şimdi kalp çakrasına ve dolayısıyla sevgi ile doğrudan alakalı olan astral bedenin işlevine bakalım.  Böylece sevgi ve sevginin enerjisel olarak görevini daha net bir şekilde görebiliriz. Aşağıdaki notları, “Işığın Elleri” isimli kitaptan özetleyerek aktarıyorum.
Astral (Ruhsal) Beden (4. Ruhsal Bedenimiz): Sevginin Bedeni
Astral beden şekilsizdir ve duygu bedeninden daha güzel renklere sahip bulutlardan oluşur.  Aynı renk takımını taşır, fakat bu genelde sevginin rengi olan gül pembesi ile karışır. Bedenden 18 cm ile 35 cm dışa uzanır. Seven bir kişinin kalp çakrası, astral düzeyde gül pembesi ışık ile doludur.
Astral katman, kalp çakrası ile alakalıdır ve tüm enerjilerin bir dünyadan diğerine akmak için geçmek zorunda olduğu pota olma görevini görür. Yani ruhsal enerji, düşük fiziksel enerjiye dönüşebilmek için kalp ateşinden geçmeli ve (alttaki üç aurik katmanın) fiziksel enerjisi, ruhsal enerji haline gelebilmek için yine kalbin bu dönüştürücü ateşinden geçmelidir. Bu süreçte astral beden yüksek bedenler ile alt bedenler arasındaki aracı konumundadır. İkisi arasındaki geçiş astral beden üzerinden kalp çakrası aracılığıyla yapılır.
Rüyalarla, sevgiyle, neşe ve ilişkilerle ilgilidir. Aynı zamanda acı ve mücadele de bu bedenin etkisi altındadır. Aracı olması açısından en önemli bedenlerden biridir. Çünkü astral bedende meydana gelen bir değişim hızlı bir şekilde zihinsel beden, duygusal beden ve eterik beden süzgecinden geçerek fiziksel bedeni etkiler. Üst bedenlerden gelen evrensel enerji öncelikle ruhsal bedenden geçerek alt bedenlere aktarılır. Bu yüzden astral beden evrensel enerjilerin alındığı kanal olarak söylenebilir.
Ruhsal bedeni sağlıklı olan kişi üst bedenlerle daha iyi iletişimde olacak böylelikle evrenle iletişimi güçlenecek ve evrensel enerjiyi, bilgiyi ve sevgiyi alt katmanlara çok daha iyi taşıyacaktır. Bu açıdan ruhsal beden, auramıza giriş noktasıdır. Ruhsal bedenin yüksekliği her ne kadar 18-35 cm arasında olsa da bu oran kişinin yapmakta olduğu çalışmalarla ve ruhsal gelişimle alakalıdır. Evrensel bir enerji uyumlanması veya evrensel çalışmalarda astral beden çok daha büyüyüp genişleyebilir. Hatta uzunluğu kilometrelerce öteye kadar uzanabilir.
İnsanlar aşık olduklarında, kalpleri arasında gül pembesi güzel ışık arkları oluşur ve hipofiz bezinin normalde altın rengi titreşimlerine bir de bu renk ışık eklenir. İnsanların arasındaki ilişki gelişince, aralarında çakralardan çıkarak onları birbirlerine bağlayan kordonlar oluşur. Bu kordonlar, astrale ek olarak aurik katmanların birçoğundan geçer. İlişki derinleşip uzadıkça, kordonlar da güçlenir ve çoğalır. İlişki sona erdiğinde bunlar kopar ve bazen büyük acı verirler. Biten bir ilişkinin “üstesinden gelme” aşaması, bu bağları alanın alt düzeylerinde yavaş yavaş koparmak ve onları benlik içinde tekrar köklendirmek aşamasıdır.
İnsanlar arasında astral düzeyde büyük miktarda etkileşim meydana gelir. Bir odadaki insanlar arasında çeşitli renk ve formlarda büyük kürecikler uçuşur. Bazıları hoştur bunların, bazıları değildir. Odada görünüşte sizin farkınızda bile olmayan birinden hoşlanmadığınızı hissedebilirsiniz, ama bir başka düzeyde çok şey olmaktadır. Yan yana durup birbirlerine dikkat etmiyormuş gibi yapan insanlarda bile bazen enerji düzeyinde aralarında gidip gelen çok miktarda enerji mevcuttur ve aslında astral boyutta ciddi bir iletişim içerisindedirler.
Aynı zamanda astral beden üzerinden evrensel düzleme ve üst bedenlere geçiş yapılabilir. Astral beden dünya ile evren arasındaki dengede yer alır. Bu yüzden bir geçiş kapısı olarak adlandırılabilir. Bu katman “ben” kavramından “biz” kavramına geçildiği bedendir.
Merkaba Alanı ve Sevgi Boyutu
Merkaba’nın içeriğini bilmeyenlerin aklında sevgi ile ne alakası olduğuna dair bir düşünce meydana gelebilir. O yüzden öncelikle Merkaba’nın ne olduğuna kısaca değinmeliyiz.
Mer-ka-ba, üç kelimeden oluşan mısır dilinde bir sözcüktür. Mer; ışık, Ka; Ruhsal beden, Ba; ise fiziksel beden anlamına gelmektedir. Yani bu sözcük “ruhun ve bedenin ışık alanı anlamına” gelmektedir.
Merkaba bilgisi bize yaşam çiçeğinden gelmiştir. Yaşam çiçeği tüm kainatın özünde var olan ve tüm geometrik şekilleri içinde barındıran temel kutsal geometrik şekildir. Yaşam çiçeğinin içerisinde iki iç içe geçmiş yıldız tetrahedronlar mevcuttur ve bu merkabanın temel geometrik şeklidir. Tam olarak vücudumuzu çevreleyen dairenin içine yerleşmiş olan bu yıldız tetrahedronlar, bizim aktive olmamış çok yüksek titreşimli bir ışık alanımız, ruhsal bedenimiz ve ruhsal aracımızdır.
Merkaba alanımız, evrende zaman ve mekan boyutunun ötesine geçmemizi sağlar.  Yani bu kutsal enerji alanı, bir tür,  zaman ve mekan ötesi boyutlar arasında ruhsal manada yol almamıza olanak veren bir “araçtır”.
Her ne kadar Merkaba alanı ve Merkaba çalışmaları yeni gündeme gelse de aslında insanlık tarihi kadar eski (belki daha da eski) bir kavramdır. Antik zamanlarda bu alana “Tanrıların Aracı” denmektedir, zira eskilerin deyişine göre bu araç (alan) sayesinde tanrılar ölümsüzleşmiş ve zaman-mekan ötesi bir bilgeliğe sahip olmuşlardır. Bu konu ile ilgilenenler Merkaba ile ilgili detaylı araştırma yapabilir ve ayrıca “Yaşam Çiçeğinin Unutulmuş Sırrı I ve  II” kitapları da bu konuda yeterli bilgi vermektedir.
Peki Merkaba ile Sevginin alakası ne? Alakası şudur; Merkaba ancak ve ancak sevgi duygusu (ve dolayısıyla sevgi enerjisi) ile aktif hale getirilebilir. Yani bu alanı aktif etmek için çalışmanın her bir zerresinde kalp çakrasına ve evrensel sevgiye odaklanmamızı şarttır. Merkaba alanı sevgiden gücünü alır. Buradan şunu anlıyoruz ki, ancak ve ancak saf sevginin yardımı ile biz üç boyutun ötesine geçebilir ve zamansızlık-mekânsızlık kavramına erişebiliriz. İşte bu da bize sevginin sırrının ne kadar derin ve özel olduğunu göstermektedir. Bazı kişiler Merkaba alanının ve zamansızlık deneyiminin , yoğun yaşanan ilahi sevgi ile kendiliğinden aktive olabileceğini iddia etmektedir. Bu da bize geçmiş ermişlerin ve insani kâmillerin nasıl zaman ve mekânın ötesine geçtiklerini, fiziksel tayyi mekân (modern tabirle ışınlanma) yapabildiklerini net bir şekilde açıklamaktadır.
Bütün kültürler bir kenara kendi kültürümüzdeki ermişlerin ve tasavvuf erlerinin hayat hikâyelerini okuduğumuzda, her birinde bu fiziksel tayyi mekân olayının gerçekleştiğini görürüz. İşte bununda asıl kaynağı kalplerinde yaşadıkları ilahi aşktır.
Sevgi Şifadır
Sevginin yüksek enerjili bir duygu olduğunu ve düşük enerjileri arındırdığından bahsetmiştik. İşte bundan dolayı aynı zamanda sevgi, mutlak şifayı da yanında getirir. Bir başkasına karşı yoğun bir sevgi beslemek aynı zamanda o kişinin şifalanmasını sağlar. Aynı şekilde bir başkasına şifa vermenin temel sırrı da, o kişiye derin bir sevgi hissiyatını yaratmaktır.
Bunla ilgili en güzel örneği Reiki’de görebiliriz. Genel olarak Reiki gücünü şu dört durumdan alır;
• Reiki yani İlahi enerjinin kendisi
• Dokunmadan kaynaklanan ellerin manyetik enerjisi
• Kişinin inancı ve düşünce enerjisi
• Eller vasıtasıyla kişiye aktarılan saf sevgi
Haliyle sevgi ile akan Reiki her zaman çok daha güçlüdür ve an içinde hızlı bir şifa getirir. O yüzden bir kişiyi şifalandırırken en temel duygu sevgi duygusudur. Şifa göndermeniz gereken kişi kim olursa olsun (hatta gündelik hayatta hiç sevmediğiniz biri olsa bile) o anda koşulsuz bir şekilde sevgiyi hissetmeniz, şifanın akması için çok önemlidir. Sevgi, şifanın temel duygusudur, o yüzden sevgi şifadır.
Aşk Dini
Görüldüğü gibi “sevgi” sadece kelimelerde sınırlı kalan bir duygu değil. Üç boyutun ötesine geçme, Yaratıcı’yı ve kendini bilme, şifa verme ve üst-alt âlemlerle iletişim kurmanın temel yoludur. Sevgi var olmamızın asıl sebebi ve varlığımızı onurlandırmanın da tek yoludur. Yolumuz ve dinimiz ne olursa olsun, neye inanırsak inanalım, neye taparsak tapalım, en sonunda hepimiz, bütün insanlık tek bir dinde ve tek bir yolda birleşecektir; Aşkın Yolunda ve aşkın dininde….
Yazımı Muhiddin-i Arabi’nin şu muhteşem dizeleri ve Amina Alaoui’nin mükemmel seslendirmesiyle sonlandırmak istiyorum. Sevgi ve aşkla kalın.
“Bugüne kadar benimle aynı evde oturan can dostumu görmezden gelmişim.  Dinimin olmadığı şu anda, O’nun dinine tabiyim ve artık kalbim bütün suretleri kabul eder oldu; Ceylanlara otlak, rahiplere manastır, putlara tapınak, hacılara Kabe,  Tevrat’ın levhaları, Kuran’ın sayfaları…. Aşk dininin yolundan gidiyorum şimdi ben, ne tarafa yönelirse aşk kervanı… Aşktır benim dinim ve imanım!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder