Bir Maya kehaneti şöyle der: “Yükselin, hepiniz yükselin, hiç kimse arkada kalmayacak şekilde yükselin, hep beraber bir kez daha geldiğimiz yeri, özümüzü göreceğiz.”
İnsanlık olarak hızlı bir süreçte bulunuyoruz ve çoğu kişinin 2012’ye dair yoğun beklentileri var. Her 2012 konusunda da maya takvimi ağza pelesenk olmuş durumda. Kıyamet senaryoları, uzaylılara dayandırılan sonlar, kaynağı belli olmayan kanallıklar ve söylenceler, bunlara ek olarak halkı korkutan yoğun yıkımlı filmler. Bir sürü spekülasyon ve kafa karışıklığı mevcut. Hep “maya takvimi” terimi geçse de, gerçekten elle tutulur, gerçeklere dayanan bilgileri bilmiyoruz. İşte bu dönemlerde Fatih Keçelioğlu, açtığı bloglarla ve yazdığı akıcı makaleler ile maya takvimine ışık tutuyor ve bizim anlayacağımız bir şekilde halka sunuyor. Kulaktan duyma bilgilerle değil, araştırarak bulma olanağı veriyor.
Peki gerçekten maya takvimine dair neyi biliyoruz? Maya takviminin gerçek sonu 21 Aralık 2012 mi yoksa 28 Ekim 2011 mi? 2010’da bizi neler bekliyor? Maya takvimine dair gerçekleri, merak edilenleri, sevgili Fatih Keçelioğlu’na sordum ve o da istisnasız, anlayabileceğimiz bir şekilde cevapladı.
Röportaj: Efe Elmas
Dünyanın sonu korkusu insanlığın kolektif bilinçaltında yer etmiş güçlü bir korkudur. Bu korkunun üstüne giderek gişe hâsılatları ile bir insanın kasasını doldurması, sorumsuzluk ve olgunlaşmamışlık göstergesidir.
Sizi daha iyi tanıyabilmemiz için, kendinizden bahseder misiniz? Hayatınızda, sizi bu konuya taşıyan serüven nedir ve ne gibi çalışmalar içerisindesiniz?
Fatih Keçelioğlu: Üniversitede sosyoloji eğitimimin son senesinde, felsefeye ve özellikle de doğu felsefelerine ilgi duymaya başladım. Bu ilgim, beni mezuniyet sonrasında Japonya’ya kadar götürdü. Batı ve Doğu felsefelerinin karşılaştırılması üzerine bir master yapmak istiyordum. Ancak Japonya’da yaşadığım deneyimler, aradığım şeyin aslında akademik hayatın dışında bulanabileceği konusunda beni ikna etti. Vipassana meditasyonu, Yoga, başka bazı enerji çalışmaları ve disiplinlere eğilmeye başladım. Özellikle Yoga konusunda derinleşmek üzere Hindistan’a yaptığım bir gezi sırasında, ilk kez Yeni Çağ kavramıyla ve İnsanlık üstü yeni bir ırkın doğuşu fikriyle tanıştım. Sri Aurobindo ve Bütüncül Yoga (Integral Yoga) bu konuda bana çok ışık tuttu. Bununla paralel olarak Carl Johan Calleman ve Maya takvimiyle karşılaştım. Calleman’ın sunumlarında verdiği bilimsel temel üzerine inşa edilen Maya takvimi anlayışı beni çok derinden yakaladı. Konunun aciliyetine inandığım için Türkiye’ye döner dönmez üzerine odaklanarak sunumlar yapmaya başladım. Bu sırada yıl 2004 idi. Maya takvimi üzerine dönem dönem verdiğim eğitimler, 2006 yılında Calleman’ın İstanbul ziyareti sonrasında bir sürekliliğe ulaştı. Diğer taraftan yoga çalışmalarıma ve araştırmalarıma devam ediyordum ki 2007 yılında Agama Yoga okulundan ilk eğitimimi aldım. Bu ekolün teknik, bilimsel ve manevi yönlerden gelişmişliğini fark ettikten sonra ana merkezlerinin bulunduğu Tayland’a gittim. Bu yıl üçüncü sezonumu bu okulda geçireceğim. Bir yandan Sri Aurobindo’nun yogası ve felsefesinin insanlık için çok parlak bir ışık tuttuğuna inanıyorum. Bu yüzden şu anda Hindistan’ın Pondhicherry şehri yakınlarındaki Auroville’de bulunuyorum. Sri Aurobindo’nun vizyonları doğrultusunda kurulan bu yaşam merkezinde Süpraakıl Bilinç ve İnsanlığın Evrimi üzerine eğitim alıyorum.
Hazır olunacak bir tarih, gün veya olay yok. Gökten zembille inecek bir şey olmayacak… Böylesi bir beklenti ancak mitolojik, dini ve batıl inançlarla sislenmiş bir zihnin beklentisi olabilir. Bizim yeryüzünde daha ileri ve gelişmiş bir bilinci yaratmamız için her an adım atmamız gerekiyor.
Mayalar ve Takvim
Mayaların sosyal yaşamlarında takvimin yeri nedir? Bu bilgeliği nasıl elde ettiklerine dair bir belge var mı?
Fatih Keçelioğlu: Mayalar hayatlarını tek bir takvim sistemine bağlı olarak süren bir toplum olmadılar hiçbir zaman. Pek çok farklı takvim sistemini gerek aynı dönemde gerekse farklı dönemlerde olmak üzere kullanmışlardır. Mesela Haab bir güneş takvimi olarak 365 günlük bir takvimdi ve bu takvimde her 52 yıl sonuna 13 günlük bir dönem eklenir. Yani 52 / 13 = 4 yılda bir günlük bir ekleme yaparlar. Bu da dünyanın güneş etrafındaki dönüşünü nasıl kusursuz hesapladıklarını gösteriyor. Ancak bu takvim onların sosyal hayatında yalnızca materyal etkinlikleri organize etmek üzere kullanılır yani tarım ve vergi yönetimi gibi. Bunun dışında 360 günlük tun adı verilen zaman birimine dayalı takvimleri daha merkeze konulan bir takvimdir. Baktun adı verilen ve 400 tundan oluşan (yaklaşık 394 yıl) zaman birimlerinden 13 tanesi, meşhur Uzun Sayım takvimini oluşturur. 21 Aralık 2012’de biteceği hesaplanan takvim budur.
Burada zamanın iki farklı şekilde görülebileceği ortaya çıkıyor. Bir yandan Eski Yunan’da Chronos olarak tanımlanan mekanik, ölçülebilir ve astronomik olaylara, döngülere dayalı bir zaman var. Bir de yine Eski Yunan’da Kairos olarak tanımlanmış ancak modern hayatta nerdeyse tamamen unutulmuş, bilince dayalı zaman var. Buna diğer bir deyişle manevi veya ruhsal zaman diyebiliriz. Chronos yani astronomik zamanın sona ermesi ancak güneşin veya dünyanın ömrünün sona ermesi ile mümkün olabilir. Dünya güneşin etrafında dönmeye devam ettikçe astronomik zaman sona ermeyecektir ve bilimsel gözlemler böylesine önemli bir astronomik olayın (dünyanın veya güneşin ömrünün sonuna neden olabilecek) gerçekleşmesine çok uzun bir zaman olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla Mayaların Uzun Sayım takviminin sonu kesinlikle böyle bir sonu kastetmiyor. Zaten temel aldığı döngülerde astronomik döngüler değil, bilince dayalı ya da ruhsal döngüler. 360 gün, 7200 gün, 144,000 gün şeklinde zaman birimleri bunlar. Yani astronomik olaylarla ölçülemeyen bir zamandan bahsediyoruz burada, diğer bir deyişle Kairos’tan.
Peki, Mayalar bu bilgeliğe nasıl ulaştılar? Zamanın ruhsal döngülerini nasıl fark ettiler ve bu kadar büyük zaman birimlerinden oluşan bir kehanetsel sistem ile isabetli bir şekilde bugünkü hayatımızı anlamamız nasıl mümkün oluyor? Bu konuda bir belge yok ancak Mayaların nasıl bir sosyal hayata sahip olduklarını biliyoruz. Doğada bulunan farklı bitkilerin insan bilincinde nasıl bir etkiye sahip olabileceği yolunda kuşaktan kuşağa gelerek aktarılan binlerce yıllık bir bilgi ve deneyim birikimleri var. Elbette hangi bitkinin veya mantarın hangi diğer bitkiyle nasıl karıştırılıp ne kadar ve nasıl bekletileceğinden tutunda, nasıl pişirilip, nasıl bir seremoni ile bünyeye alınması gerektiğine dair sağlam bir geleneğe sahipler. Üstüne üstük bilinç üstü deneyim yaşatan bu özel formülleri kolektif olarak yani tüm şehir hep birlikte kullandıklarını hesaba katmalıyız. Bu deneyimlerin ne kadar yüksek trans hallerine yol açtığını tahmin bile etmek zor. Gün tutucular olarak bilinen şamanlar bu deneyimlerde ustalaşmış ve zamanın ruhsal boyutuyla sürekli temasta bulunankişilerdi. Uzun lafın kısası, modern zihnin keşfedemeyeceği yöntemler ve bilgiler sayesinde ulaştılar bu bilgeliğe.
Maya Takvimi ve Tasavvuf ilminin bağlantısı
Peki bu maya şamanlarının keşfettiği ya da geliştirdiği maya takviminin sistematiği yani çalışma prensibi ve diğer takvimlerden farkı nedir? Ayrıca son bulunan “Tortuguero Anıtı 6″ hakkında söylenceler var. Bunlardan bahseder misiniz?
Fatih Keçelioğlu: Ruhsal zamanı takip etmemizi sağlayan Maya takviminde her günün bir enerjisi var. Yani her günü farklı bir ruhsal enerjinin (onlara göre tanrılar) yönettiğini söylüyorlar. Farklı kabartmalarla sembolize edilen bu enerjilerden 20 tane var ve uinal denilen 20 günlük bir döngü oluşturuyorlar. Ayrıca her günün bir de sayısı var. 13 sayıdan oluşan bu döngü de trecana olarak biliniyor. 20 x 13 toplam 260 günden oluşan Tzolkin yani Kutsal Takvim, bireysel boyutta ruhsal rehberlik almak için takip edilen bir takvimdir. Ayrıca 18 uinalden yani 360 günden oluşan tun ve tunun yirmili katları şekilde büyüyen zaman birimleri var. Katun 7,200 gün, Baktun 144,000 gün, Piktun 2,880,000 gün diye devam ediyor. En büyükleri olan Hablatun 460,800,000,000 günden oluşuyor, yani yaklaşık 1,6 milyar yıl.
6. Tortuguero Anıtı, M.S 670 civarında yaşamış olan bir Maya kralının diktirdiği bir anıttır. Bu anıtta yazanlar Mayalardan günümüze kalan ve Uzun Sayım takviminin sonunda ne olacağına dair herhangi bir ifadenin geçtiği tek kaynaktır. Bu anıtla ilgili nasıl söylenceler var bilmiyorum ancak kabartmada okunabildiği kadarıyla şu yazmaktadır: “On üçüncü ‘Bak’tun” Dört Ahau, Uniiw (K’ ank’in)’de sona erecektir ? meydana gelecektir. (Bu) Dokuz basamaklı Tanrının ?’a gökten inişi(??) meydana gelecektir.”
Bundan ne anlamalıyız? Dokuz basamaklı tanrı ne demektir? Maya piramitlerine bakarsanız dokuz basamaklı bir yapıya sahip olduklarını görürsünüz. Bu dokuz basamaklı tanrı aslında insanlık bilincine etki eden dokuz kozmik gücü sembolize eder. Bunların gökten inişi ise tıpkı Maya piramitleri gibi dokuz basamaktan oluşan bir kozmik planın tamamlanışını ifade eder. Yani Maya takviminin sonunda olacak olan budur. Bilincin evrimin sağlayan ve üst üste binen dokuz farklı döngünün sonuna geleceğiz. Bu dokuz basamaklı yapı Calleman’ınkitaplarında geniş şekilde ortaya çıkardığı tarihsel bir resimdir ve bilincin evrimini Büyük Patlama’dan bugüne, insanlık evrimini de anlamımızı sağlayacak şekilde görmemizi sağlar.
16,4 milyar yıl önce evrenin oluşumuyla maddesel bilinç tezahür etmeye başlamıştır.
Diğer yandan bu altdünyalar ve üstdünyalar terimleri ile takvimin ne bağlantısı var?
Fatih Keçelioğlu: Mayalarınkitabı Chillam Balam’da Yaratılışın dokuz Altdünya ve on üç Üstdünya’dan oluştuğu söylenir. Bu, yaratılış dokuz Altdünya ve on üç Üstdünya sürmüştür diye de çevrilebilir. Yani bunlar zaman birimleridir, ancak tüm yaratılışın döngülerini açıklayan zaman birimleridir. Dokuz Altdünya, az önce bahsettiğim Dokuz Basamaklı Tanrı ile eşanlamlıdır. Diğer bir deyişle bunlar 9 basamaklı piramidi oluştururlar. Her bir piramit katı ise kendi içinde on üç adımdan oluşur. Bunlarda on üç Üstdünya olarak tanımlanırlar. Tun, katun, baktun diye giden zaman birimleri ise bu on üç adımın ne kadar sürdüğünü bize gösterir. Piramidin en alt katında on üç hablatun vardır. Bir hablatun 1,6 milyar yıl olduğuna göre 13 hablatun 16,4 milyar yıl sürer. 16,4 milyar yıl önce evrenin oluşumuyla maddesel bilinç tezahür etmeye başlamıştır. Bu birinci Altdünyadır. 13 alautun, yani 819 milyon yıl önce bilincin evriminde ikinci Altdünya başlamıştır ve dünya üzerinde yaşamın evirildiği süreçtir. 41 milyon yıl önce (13 x 3,15 milyon yıl) maymunların evrimini getiren 3. Altdünya, ardından 2 milyon yıl önce başlayan (13 x 157,500 yıl) 4. Altdünya insanın ilk atalarını ortaya çıkışı ile etkisini göstermişlerdir.
Biz şu anda en çok 5 Ocak 1999’da başlayan ve toplam uzunluğu 360 x 13 = 4680 gün olan sekizinci (Galaktik) Altdünya’nın etkileriyle eviriliyoruz. Ancak alttaki altdünyalar henüz evrimlerini tamamlamadılar ve henüz başlamayan dokuzuncu bir altdünya var. Bütün bu Altdünyalar (ve dolayısıyla her birinin bölündüğü üstdünyalar) 28 Ekim 2011 tarihinde sona erecektir.
13 Üstdünya ise kendi içinde yaratılışın 7 gündüz ve 6 gecesi olarak ayrılır. Biz 8 Kasım 2009 tarihi itibariyle Galaktik Altdünyanın 6. Gecesine girmiş bulunuyoruz.
Blogunuzda ilginç bir karşılaştırmaya denk geldim. Maya takvimi ve tasavvuf ilmi arasında nasıl bir karşılaştırma yapabiliriz?
Fatih Keçelioğlu: Özellikle Ibn-i Arabi üzerinden gidersek tasavvuf ilmi ruhsal bir evrimin gerekliliği üzerine kurulduğunu görürüz. Bu evrim benim bütün insan olarak anladığım İnsan-ı Kamil seviyesi ile en olgun seviyesine varır. Maya takviminin dokuz basamaklı yapısı da insanlığın evriminin böylesi seviyelerden geçtiğini ve en olgun seviyede tamamlanacak bir ilahi planın varlığını ortaya koyar. Ibn-i Arabi’e göre nefsin dokuz seviyesi vardır. Maya takvimine göre bilincin dokuz basamağı vardır.
Mayalar bize hangi mesajı iletmek istediler?
Biraz önce iki tarihten bahsettiniz. 28 Ekim 2011 tarihi mi 21 Aralık 2012 mi? Bu iki tarihin önemi nedir ve hangisi maya takviminin gerçek sonudur?
Fatih Keçelioğlu: Bugünkü Mayalar Uzun Sayım takvimini yüzyıllardır kullanmadıkları için bu sorunun cevabını ancak arkeolojik verilerle Klasik Maya dönemine bakarak verebiliriz. Arkeolojik buluntulara bakılırsa Uzun Sayım tarihinin sonu 21 Aralık 2012 olarak görülür. Bu, milattan sonra birinci yüzyılda Izapa şehrinde yaşamış olan astronomların Uzun Sayım takviminin başlangıcını milattan önce 11 Ağustos 3114 olarak belirlemelerine dayanır. Izapalılar bu tarihi seçerken güneşin o gün zirve (zenith) pozisyonunda olmasına dikkat etmişlerdir. Yani bu tarihin seçilmesi bir astronomik gözleme dayanır. Ancak Uzun Sayım astronomik bir takvim değildir, 13 baktundan oluşur ve 144,000 gün süren baktun astronomik bir zaman birimi değildir. Dolayısıyla astronomik olmayan bir takvimi astronomik bir olayla başlatmak ne kadar tutarlıdır?
Kaldı ki Izapalı astronomlar bu tarihi belirledikten bin yıl kadar sonra diğer bir Maya şehri olan Palenque’nin astronomları bunda bir yanlışlık olduğunu fark etmiş olacaklar ki başka bir başlangıç tarihi belirlediler. Palenque’nin Haç Tapınağı (The Temple of the Cross) duvarlarındaki bir kabartmada Uzun Sayımın başlangıcında İlk Baba, Dünya Ağacını ayağa diktiği yazıyor. Aynı kabartma çerçevesinde İlk Baba’nın bunu yaptığında 7 yaşında olduğunu görüyoruz. Tapınağın duvarlarında verilen başka bir bilgi ise İlk Baba’nın 16 Haziran M.Ö. 3122 doğumlu olduğunu söylüyor. Bu tarihten yedi yıl çıkarırsak 16 Haziran M.Ö. 3115 tarihine geliyoruz. Bundan bir gün sonrası Mayaların Tzolkin takviminde 13 Ahau enerjisine denk düştüğünden mantıklı olarak Uzun Sayımın başlangıcı 17 Haziran M.Ö. 3115 olmalıdır. 13 baktun sonrası ise tam olarak 28 Ekim 2011’e gelir.
Calleman bu bilimsel yöntemi kullanarak 5. Gecede büyük bir ekonomik kriz yaşanacağı tahminini yapmıştı, hem de 8 yıl öncesinden.
Peki, Palenque’liler bu düzeltmeyi neden yüksek sesle telaffuz etmediler ve bu bilgi sadece bir tapınağın duvarları ile sınırlı kaldı. Bunun büyük ihtimalle politik bir nedeni var. En az bin yıllık bir geleneği kızdırmak istememiş olmaları çok olası. Çünkü bu durum tıpkı İsa’nın doğum gününü değiştirmeye kalkışmak gibidir. Düşünsenize İsa’nın Aralık ayında bir gün değil de Eylül ayında doğduğunu iddia ediyorsunuz. Vatikan sizi ne kadar ciddiye alacaktır?
Başka önemli bir nokta ise Tzolkin takviminin rolüyle ilgilidir. 28 Ekim 2011 tarihi Tzolkin’de 13 Ahau enerjisine denk düşmektedir, yani Tzolkin’in son günüdür. 21 Aralık 2012 ise 4 Ahau’dur ve Tzolkin’in ortalarında bir gündür. Eğer Uzun Sayımın sonu tüm ruhsal zaman döngülerinin sonuysa neden Tzolkin hala devam etsin ki? 28 Ekim 2011’in tüm döngülerin sonu ve doğru son tarih olduğuna başka bir kanıttır bu.
Peki, neden inanalım 28 Ekim 2011’in doğru son tarih olduğuna. Bu hipotez ile bir deney yapabiliriz. Zaten Calleman yönteminin en güzel yönü, onun test edilebilir ve denenebilir hipotezlere dayanmasıdır. Calleman bu bilimsel yöntemi kullanarak 5. Gecede büyük bir ekonomik kriz yaşanacağı tahminini yapmıştı, hem de 8 yıl öncesinden.
Arkeolojik Son Tarih
28 Ekim 2011 tarihinden yola çıkarsak 18 Kasım 2007 – 13 Kasım 2008 arası 5. Geceye denk düşmektedir. Yani, çoğunlukla 2008 yılı 5. Gecenin etkisi altında geçmiştir. Peki, biz 2008 yılında bir ekonomik kriz yaşadık mı?
1929′daki Büyük Buhran ile 2008 krizi 5′inci Geceye denk geldi.
Fatih Keçelioğlu: Eğer 21 Aralık 2012 doğru son tarih olsaydı gündüzler ve geceler 420 gün ileri kayacakları için 5. Gece tarihlenmesi 11 Ocak 2009 – 6 Ocak 2010 arasına gelecekti. Bu durumda biz hala 5. Geceyi yaşıyor olacaktık. Krizin olduğu 2008 yılı ise 5. Gündüze denk düşmüş olacaktı. Maya takviminde 5. Gündüz en aydınlık gündüz, 5. Gece ise en karanlık gece olarak bilinir. Ve genellikle geceler ekonomik durgunluklar gündüzler ise daha aktif ve büyüme ekonomisi getiren dönemlerdir. Asıl önemlisi piramidin bir alt katı olan Gezegensel Altdünya’nın 5. Gecesi 1932 – 1952 arasına geliyor ve hepimiz artık biliyoruz ki 1930’lar Büyük Buhran olarak bilinen 2008 öncesindeki en büyük ekonomik krizin yaşandığı yıllardı.
Özetle Büyük Buhran ile 2008 krizi 5. Geceye denk düşmektedir ve bu ancak 28 Ekim 2011 son tarih olarak alınırsa görülebilir. Bu da 28 Ekim 2011’in neden doğru son tarih olduğuna dair basit ama önemli bir kanıt sunmaktadır.
21 Aralık 2012 arkeolojik son tarihtir, 28 Ekim 2011 ise bilincin dönüşümünü getiren enerjiler takip edildiğinde doğru olan son tarihtir.
Çok klasik bir soru hatta cevabını da verdiniz. Ama bazı insanlar net bir cevabı merak ediyorlar. Netleştirmek gerekirse, maya takviminin sonu mutlak bir yok oluşu mu anlatmaktadır yoksa bilinçlerin aydınlanmasını mı? Mayalar, bu son tarih ile bize hangi mesajı iletmek istediler?
Fatih Keçelioğlu: Eğer 6. Tortuguero Anıtını ele alırsak ki tek kaynak bu olduğuna göre öyle yapmalıyız, Maya takvimin sonunun bir yok oluşla hiçbir alakası yoktur. Dokuz basamaklı tanrı gökyüzünden iniyorsa yani dokuz basamaklı evrim planı tamamlanıyorsa bu bilincin evriminin en olgun aşamasına yaklaştığımızı ifade etmektedir.
2012 filmi ve Kıyamet senaryoları
Aslolanın 28 Ekim 2011 olduğundan ve kesinlikle yok oluş değil, bilincin evriminin tamamlanması olduğundan bahsettiniz. Bu çok önemli bir farkındalık noktası. Ama bu bilgilere rağmen, son zamanlarda tamamen yıkılışa dayalı bir sürü kıyamet senaryoları üretiliyor. Mesela en son çıkan ve çok popüler olan 2012 filmi bunlardan biri. Bu film hakkında ne düşünüyorsunuz?
Fatih Keçelioğlu: Maya takviminin sonunun Chronos’un sonu yani astronomik zamanın sonu olarak görülmesi bir sürü kıyamet senaryosuna uygun zemin hazırladı. Maya takviminin sonunun Chronos’un ya da dünyanın sonu değil, Kairos’un sonu yani bilincin evriminin en son noktası olarak görülmediği sürece bu tür gerçeklikle ilgisi olmayan filmler ve diziler yapılmaya devam edilecektir.
Dünyanın sonu korkusu insanlığın kolektif bilinçaltında yer etmiş güçlü bir korkudur. Bu korkunun üstüne giderek gişe hâsılatları ile bir insanın kasasını doldurması, sorumsuzluk ve olgunlaşmamışlık göstergesidir. Bu korkunun salıverilmesi için doğru bilgi ve yüksek bir manevi adanmışlık hepimizin hayatlarının vazgeçilmez öğeleri olmalıdır.
Merak ettiğim bir konu da dinlerin çıkış noktası ve maya takvimi. Yine dinler de korku unsuru olarak kullanılıyor. Dinlerin çıktığı dönemler veya büyük uyanışların, karanlık devirlerin yaşandığı dönemler maya takviminde hangi süreçte bulunuyordu?
Fatih Keçelioğlu: Bugün semavi dinler olarak adlandırdığımız tek tanrılı dinler yaklaşık milattan önce 3,200 – 3,000 yılları arasında doğan Sümer kültürüne dayanır. Muazzez İlmiye Çığ, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman efsane ve mitlerinin Sümer mitolojisinden alındığını ortaya koymuştur. Gerçekten de o dönemdeki Sümerlerde Anu olarak geçen bir tek tanrıya tapınıldığını biliyoruz.
Maya takvimine göre milattan önce 3,115 yılı Uzun Sayım takvimin başlangıcıdır. Bu aynı zamanda dokuz altdünyadan altıncısı olan Ulusal Altdünyanın başlangıcıdır. Bu altdünya insanlık bilincinde bir sol beyin hâkimiyeti, dolayısıyla bir ayrılık bilinci getirmiştir. Yazı da aynı zamanda icat edilmiştir.
5,125 yıl önce başlayan bu dönemin etkileri 1999 yılında başlayan ve sağ beyni bilincini getiren Galaktik Altdünya ile bir gerilim yaratmaktadır.
Tek tanrılı dinlerin evrimi 13 baktunluk bu süreçte özellikle bir baktunun bitip bir sonraki baktunun başladığı zamanlarda gelen yeni bir kıvılcım ile gerçekleşmiştir. Dolayısıyla dinlerin bir ayrılık bilincin eseri olduğunu söylemek mümkündür. Yazının hâkim olduğu bir bilinç ise bu durumu desteklemektedir. Kutsal kitapların ve bu kitaplarda yazan sözlerin bu kadar öne çıkarılmasının nedeni budur. Tanrının sözü, tanrıyı deneyimlemekten daha önemli hale gelmiştir. Bugünden 5,125 yıl önce başlayan bu dönemin etkileri 1999 yılında başlayan ve sağ beyni bilincini getiren Galaktik Altdünya ile bir gerilim yaratmaktadır. Dolayısıyla son yıllarda giderek daha çok sayıda insan kutsal kitaplarda yazanların ötesine geçip, tanrının varlığını deneyimlemenin yollarını ararken, başka bir çoğunluk ise kutsal kitaplarda yazanlara daha fazla tutunmaya başlamıştır. Bu ikisinin çözüleceği ve bir sentezinden yola çıkarak din bilincinin aşılacağı yeni bir maneviyata doğru gittiğimizi düşünüyorum.
Son 5,000 yıldır geliştirdiğimiz sistemlerin bir geri tepmesi ile karşılaşacağız. Tamamen soyut değerlere dayalı hale gelen ekonomi ve finans sistemlerinin getirdiği adaletsizlikler, endüstriyelleşen tek tipli tarım anlayışının getireceği besin ve su krizleri dünyayı vuracak. Politik güç ve buna bağlı kutuplaşmaların insanlar için getirdiği tutsaklıkların ortadan kalkacağı bir noktaya doğru gidiyoruz.
Bizi neler bekliyor?
Yaratılışın zaman çizgisinde maya takvimine göre hangi konumdayız? Ve 2010 yılında bizi neler bekliyor?
Fatih Keçelioğlu: Daha önce de belirttiğim gibi şu anda dokuz katlı piramidin sekizinci katındayız ve bu katın sondan ikinci dönemi olan 6. Geceye girdik. 2010 yılında altıncı gecenin orta noktasının geçilmesi, (6 Mayıs 2010) ve 7. Gündüzün başlangıcı (3 Kasım 2010) gibi önemli dönüm noktaları var. Calleman’ın iddialarına göre 6. Gece, 2008 krizinden daha derin bir ekonomik kriz ile tüm dünya otoritelerinin ve sistemlerinin ciddi bir sarsıntısı gerçekleşecek. Bu insanlık bilincinde şimdiye kadar olmamış büyüklükte bir dönüşüm anlamına geliyor. Son 5,000 yıldır geliştirdiğimiz sistemlerin bir geri tepmesi ile karşılaşacağız. Tamamen soyut değerlere dayalı hale gelen ekonomi ve finans sistemlerinin getirdiği adaletsizlikler, endüstriyelleşen tek tipli tarım anlayışının getireceği besin ve su krizleri dünyayı vuracak. Politik güç ve buna bağlı kutuplaşmaların insanlar için getirdiği tutsaklıkların ortadan kalkacağı bir noktaya doğru gidiyoruz. Sadece sol beyinle dünyayı gören ve bencil, hırslı, kar amaçlı tüm zihniyetler büyük bir kriz yaşayacaklar 2010 süresince. Bütünü gören ve paylaşımın, sürdürülebilirliğin ön planda olduğu permakültür gibi yaklaşımların değeri ortaya çıkacak. Dirençli toplumların ve paylaşım odaklı bir araya gelen toplulukların yarattıkları yaşam alanları, eko köyler vs.. Findhorn, Damanhur, Auroville gibi yerleşimlerin insanlığın evrimi için yarattığı yeni yaşam tasarımları ön plana çıkacak.
3 Kasım 2010 ile başlayacak olan 7. Gündüz ise 1999’dan beri gelişmekte olan sağ beyin bilincinin meyvelerini vermeye başlaması demek. Maya takviminin bahsettiği bilinç dönüşümlerinin artık yadsınamaz boyutlara geleceğini ve ana akım medyada bu konuya daha fazla yer ayrılacağını düşünüyorum.
Diğer ülkelerde çatışmayı yaratan kutup sayısı iki veya en fazla üç. Ama biz de milliyetçilik, radikal İslam, laiklik, solculuk, Kürtçülük, Alevilik, Ermeni, Rum, Yahudi şeklinde uzayan bir liste var. Bir bakıma dünyanın bir mikro kozmosuyuz.
Ülkemizdeki bu sancılı dönemler de bu geçiş dönemleriyle mi bağlantılı? Maya takvimine göre, ülkemizin kuruluşu ve gidişatı hakkında ruhsal olarak yorum yapmak mümkün müdür?
Fatih Keçelioğlu: Elbette Türkiye dünya dışı bir ülke olmadığına göre olup bitenlerin küresel bilinç dönüşümleri ile direk ilişkisi vardır. Ülkemizde bir kreşendo gibi giderek artan hukuki, politik ve sosyal karışıklıklar aslında dünyanın yaşadığı dönüşüm sancılarını çok iyi özetliyor. Anadolu’nun pek çok kültüre ev sahipliği yapmış olması ve Avrupa – Asya medeniyetleri arasında köprü olması, zengin etnik ve dini çeşitlilikler, laiklik ve İslam arasındaki gerilim. Bütün bunlar Türkiye’yi çok bilinmezli bir denklem yapıyor. Biz bile anlamakta zorluk çekiyoruz olan bitenleri. Mesela bir Belçika’da veya İran’da olan iç karışıklıkları anlamak çok normal. Bu ülkelerde çatışmayı yaratan kutup sayısı iki veya en fazla üç. Ama biz de milliyetçilik, radikal İslam, laiklik, solculuk, Kürtçülük, Alevilik, Kürt Aleviliği, Ermeni, Rum, Yahudi şeklinde uzayan bir liste var. Bir bakıma dünyanın bir mikro kozmosuyuz. Mesele bu kadar farklı uçtaki görüşün, ötekinin varlığını kabul ederek ve yaşam alanına saygı duyarak yaşabilmesi. Aslına bakarsanız geleneğimizde bu hoşgörü ve birlik bilincini taşıyoruz. Osmanlı bile bu farklılıkları zenginlik olarak görmüş bir uygarlıktı.
1999 yılından beri Galaktik Altdünya’nın getirdiği sağ beyin bilinci evrilmektedir. Sağ beyin, büyük resmi gören ve ayırmak yerine birlik örgüsü ören beyin yarı küresidir. Ancak elbette bu sağ beyin bilincinin karşısında 5,000 yıllık ayıran, bölen, “ben-öteki” ikiliğinde olan sol beyin bilinci duruyor.
Son günlerde tüm bu ayrılıkların göze çarpması ve post-modern bir iç savaşın sürmesi aslında Maya takvimiyle anlaşılabilir. Son beş binyıldır evirilmekte olan ayrılık bilinci milliyetçiliği ve din ve mezhepler üzerinden gelişen çatışmaları körüklemektedir. 1999 yılından beri ise Galaktik Altdünya’nın getirdiği sağ beyin bilinci de evirilmektedir. Sağ beyin büyük resmi gören ve ayırmak yerine birlik örgüsü ören beyin yarı küresidir. Ancak elbette bu sağ beyin bilincinin karşısında 5,000 yıllık ayıran, bölen, “ben – öteki” ikiliğinde olan sol beyin bilinci duruyor. Kolektif bilinci etkileyen bu gerilimden dolayı da bugün gördüğümüz resim karşımıza çıkıyor. Bastırılmış olan her şey, kapatılmamış olan tüm hesaplar ortaya çıkıyor. Radikal İslam Laik cumhuriyetten bir öç almaya çalışıyor, Kürt kimliği tanınmamışlığının acısını çıkarmaya çalışıyor ve adını siz koyun diğer tüm çatışmalar ortada. Bu elbette dış mihrakların körüklenmesinden bağımsız değil. Batı hâkimiyetini temsil eden İngiltere ve ABD tarih boyunca böl ve yönet politikasını uyguladı. Bugünde bu oyunlar devam etmekte. Çünkü sol beyin bilinci hâkimiyetini elden bırakmak istemiyor.
Birliğimizi fark ettikçe özgürleşiyoruz.
Bizim fark etmemiz gereken şu: bölündükçe yönetilir oluyoruz. Birliğimizi fark ettikçe ise özgürleşiyoruz. Türkiye’yi yaşayan tek bir varlık olarak düşünürsek, kendi içindeki farklılıkları kabul edip birlik noktasına ulaştığında özgür ve aydınlanmış bir birey olacağını öngörebiliriz. Bu elbette herhangi bir kutbu temsil eden bir gücün hakimiyeti ile değil, tüm ayrılık bilincinin çözülmesi ve yerine sonsuz hoşgörü ve toleransın hüküm sürdüğü bir bilincin gelmesi ile mümkün olabilir. Bu aynı zamanda yepyeni bir dünyanın doğuşu demektir. Türkiye bu bilinç noktasına geldiğinde tüm insanlıkta bu noktaya gelecektir. Bir başka deyişle, eğer biz bu alevlenen ayrılık bilincinden ve yaratılan kriz ortamından çıkıp barış ve huzurun ancak öteki diye bir şey olmadığını ve tüm insanların eşit bir şekilde yaşama hakkı olduğunu fark etmemizle gelebileceğini fark ettiğimizde dünyaya örnek olacağız.
“Ölüm Yoktur!”
Hazır olunacak bir tarih, gün veya olay yok. Gökten zembille inecek bir şey olmayacak.
Gerek bu zorlu süreçte, gerekse 28 Ekim 2011’e doğru giderken, ne yapmamız gerekiyor, nasıl hazır olabiliriz? Ve son olarak eklemek istedikleriniz neler?
Fatih Keçelioğlu: Öncelikle hazır olunacak bir tarih, gün veya olay yok. Gökten zembille inecek bir şey olmayacak… Böylesi bir beklenti ancak mitolojik, dini ve batıl inançlarla sislenmiş bir zihnin beklentisi olabilir. Bizim yeryüzünde daha ileri ve gelişmiş bir bilinci yaratmamız için her an adım atmamız gerekiyor.
Bir yandan dışarının bilgisine ulaşırken bir taraftan içerinin bilgisine ulaşmak gerekli. Ancak bu ikisi bir arada olduğunda hakikate ulaşma yolunda adım atmış oluyoruz. Batı bilimi sadece dışarının bilgisine yöneldiği için ruhun varlığıyla ilgili her fikirden şüphe etti. Sol beyin bilincine dayalı bilim anlayışı dışarının bilgisini parçalara ayırdı ve anlamsız bir evren yarattı bizim için. Doğunun bilimi ise içerinin bilgisini çok iyi kavradı, ancak ruhun bilgisini maddeyi dönüştürmek için kullanmadığından dolayı bu bilgi buharlaştı gitti. Tapınakların tütsülü atmosferinde, inziva için çekilen mağaralarda kaldı.
Bugün insanlık bu iki ayrı yönde atılan adımın birbirinden kopuk olmasının sefaletini yaşıyor. Ancak son yıllarda, özellikle Galaktik Altdünya’nın başladığı 1999 yılından beri uçurumu kapatacak bir köprü inşa edilmeye başlandı. Bugün bunu pek çok bilimsel yaklaşımda görebiliyoruz. Geçen yıl dilim dünyasını sarsan Spiritual Brain (Ruhsal Beyin) isimli bir kitap yayınlandı. Geçtiğimiz aylarda ise çok prestijli bir kök hücre araştırmacısı Robert Lanza, “ölüm yoktur” dedi ve bunu bilimsel kanıtlarla destekledi. Başka önemli bir katkı ise Carl Johan Calleman’ın The Purposeful Universe (Amacı Olan Evren) adlı kitabında 150 yıllık Darvinizm’e ilk kez alternatif bir teori sunması ve evrimin bir amacının olduğunu kanıtlarla ortaya koyması oldu.
Bu arada Doğu’nun bilgisi aslında tamamıyla buharlaşıp gitmedi. Yoga’dan bahsedersek mesela henüz tamamen yok olmamış bir hazinedir Yoga. Ancak öncelikle bu hazinenin üzerindeki tozları, yani Hinduizm’i, Guru tapınıcılığını ve diğer tüm dogmaları temizlemeliyiz. O zaman göreceğiz ki elimizin altında insanlığın geliştirdiği en ileri teknoloji hazır ve nazır bizi bekliyor. Tabi bu teknolojiyi nasıl kullanacağımızı bilmemiz gerekiyor ki bunun için Amerikalı yogilere veya onların elinden geçmiş yerli hocalarımıza danışamayız.
Çok sevdiğim bir hikaye vardır. Adamın birisi bir gün uyanmış ve kapısının önünde bir uçak bulmuş. Hayatında daha önce hiç görmediği bir şey. Ancak daha önce gördüğü bir şeye benziyor, yani bir otobüse. Dolayısıyla kahramanımız pilot kabinine oturur, motoru çalıştırır ve uçağı sürmeye başlar. “Vow gerçekten harika bir otobüs bu” der, “ne kadar da hızlı”. “Yalnız yanlardaki şu kocaman metal parçaları da nedir?” der ve uçağın kanatlarını keser. Artık harika bir otobüse sahiptir.
Hayatta pek çok bilgi ve yönteme olan yaklaşımımız aslında bu adamınkine benziyor. Ne yazık ki modern çağda Yoga’ya olan yaklaşımımız da böyle. Asanalara odaklı ve özellikle fiziksel bedeni forma sokmaya yarayan bir tür spor haline geldi yoga. Evet elbette bu yoganın faydalarından birisi. Ama yogayı sadece bu kadar kullanırsanız bir uçağı otobüs olarak kullanmış olursunuz.
Dolayısıyla bugün yoganın hem Hint kültürünün dogmatik kirlerinden uzak ama bir taraftan da Amerikan kültürünün süper yüzeysel yaklaşımından uzak bir şekilde öğretildiği halini bulmak oldukça zordur ama imkansız değildir. Agama Yoga kesinlikle bu ekollerden birisidir. Ciddi bir şekilde Yoga’ya eğilmek isteyenleri bu okulun Tayland’daki merkezine çağırıyorum. Çünkü Türkiye’de bu ekolü öğreten bir eğitmen henüz yok. Ancak Agama Yoga (Agama Türkiye;www.agamaturkiye.com) yukarıda tarif ettiğim özelliklere sahip olduğunu sanıyorum.
Bunların ötesinde, son yıllarda giderek yükselen başka bir yoga ise Sri Aurobindo Yogasıdır. “Tüm Yaşam Yogadır”, diyen ve yoganın bir sentezine olduğu kadar batı ve doğunun da bir sentezine ihtiyacımız olduğunu söyleyen Sri Aurobindo gerçek anlamda insanlığa rehberlik etmektedir. Bir şair ve mistik olmanın yanı sıra politik aktivist ve filozof olan Sri Aurobindo’nun vizyonu Maya takviminin ortaya koyduğu resim ile büyük tutarlılık göstermektedir. Bilincin evriminin krizlerle bir sonraki adımı attığını ve insanlık olarak şu anda içinde olduğumuz krizi atlatmanın tek yolunun bütüncül bir yoga (Integral Yoga) olduğunu ifade eder. Krizler aşıldıkça bilinç gelişir. Asıl olmakta olan Süpraakılsal (Supramental) Bilincin maddeyi ve dünya yaşamını dönüştürmesidir. Süpraakılsal İniş olarak tanımladığı bu sürecin ilerleyen safhaları Süperinsan (Superman) olarak tanımladığı daha evrilmiş bir insan ırkının ortaya çıkması ile sonuçlanacaktır.
Sri Aurobindo felsefesi ve vizyonunu daha yakından tanımak isterseniz Türkçeye çevrilmiş olan birkaçkitabı önerebilirim. Satprem’in yazmış olduğu “Sri Aurobindo Veya Bilincin Macerası” konuya iyi bir giriş yapmanızı sağlayabilir. Daha ilerleyen safhalarda Hindistan’ın Pondhicherry şehrindeki Sri Aurobindo Ashram ve dünyanın dönüşümüne adanmış bir proje olan Auroville’i ziyaret etmek çok faydalı olacaktır.
Ayrıca yaşayan en ilham verici konuşmacı olduğunu iddia ettiğim Sraddhalu Ranade’nin Auroville, Bütüncül Yoga ve İnsanlığın Geleceği isimli konuşmasının DVD’sini edinebilirsiniz.wisdomsplendour.org/catalogue/dvds/aurovilleyoga DVD’de Türkçe altyazı seçeneği vardır.
Fatih Keçelioğlu’na verdiği bilgilerden dolayı teşekkür ediyoruz. Fatih Keçelioğlu’na ulaşmak ve maya takvimi ile ilgili gelişmeleri takip etmek için: mayatakvimi.blogspot.com
Ayrıca maya burç sistemi için yine Fatih Keçelioğlu’nun açtığı ve çok değerli bilgilerin bulunduğu blogunu da öneririm: mayaburclari.blogspot.com
C. Fatih Keçelioğlukimdir?
Fatih Keçelioğlu, 1978 İzmir doğumludur. İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyoloji bölümünü bitirdikten sonra astroloji, doğru felsefeleri ve yoga ile ilgilenmeye başladı. Japonya ve Hindistan’da geçen iki yılın sonunda maya takvimi bilgileriyle tanıştı. 2004 yılından beri sayısız seminer verdiği, bireysel seanslar yaptığı ve makaleler yazdığı bu konuda Dünya’daki en aktif uzmanlardan birisi olarak bilinmektedir. Bu kompleks konuyu en basit ve etkili şekliyle anlatırken bir yandan da derinliklerine dokunması ile tanınmaktadır. Son dönemde Agama Yoga okulunda ezoterik Tantra Yoga eğitimi aldı ve klasik İslam Tasavvufuna gönül verdi. Maya takviminin sunduğu iç görüyü, Tantra Yoga’nın getirdiği deneyimler ve radyonik, nörofizyoloji gibi çağdaş bilimsel yaklaşımlar ışığında geleneksel Tasavvuf anlayışı ile sentezleme uğraşındadır. Yurtdışında da tanınmaya başlayan Fatih Keçelioğlu, 2007 yılında İsrail’de, 2008’de Tayland’da eğitim vermiştir. “Erkekler için Tantra” eğitim verdiği bir diğer alandır ve Sri Aurobindo felsefesi üzerine eğilmektedir. İlgi duyduğu diğer alanlar arasında radionics, phosphenism, parapsikoloji ve permakültür sayılabilir.
Röportaj: Efe Elmas
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder