Pazartesi

Yaratılış Diyagramı

Yazar: Efe Elmas

Hepimiz engin gökyüzüne bakıp, Yıldızları ve dolayısıyla yaratılışı düşünmüşüzdür. Bazen de bakarken, yaratım ile ilgili teoriler üretiyoruzdur “Kim bilir, belki birden bire olmuştur! Kuşlar ağaçlar… Hepsi birdenbire. Aşk bile birdenbire oluyorsa…” Belki bunları düşünürken zihnimizde Orhan Veli Kanık’ın şiiri dolaşmaya başlamıştır;
Her şey birdenbire oldu.
Birdenbire vurdu gün ışığı yere;
Gökyüzü birdenbire oldu;
Mavi birdenbire.
Her şey birdenbire oldu;
Birdenbire tütmeye başladı duman topraktan;
Filiz birdenbire oldu, tomurcuk birdenbire.
Yemiş birdenbire oldu.

Birdenbire,
birdenbire;
Her şey birdenbire oldu.
Kız birdenbire, oğlan birdenbire;
Yollar, kırlar, kediler, insanlar...
Aşk birdenbire oldu,
Sevinç birdenbire.
Sonra da, “Aman nasıl olduysa oldu!” deyip kendi yaşantımıza devam ediyoruzdur büyük olasılıkla. Genelde döngü bu şekildedir değil mi? Her ne kadar çoğumuz böyle düşünsek te, yaratımı tam olarak anlayamasak ta veya kimsenin bilmediğini varsaysak ta, eski bilgeler bize çeşitli ekollerde yaratılışın kademelerinden bahsetmişlerdir. Tasavvuf, Taoizm, Budizm, Hinduizm ve birçok ekolde bir “yaratılış diyagramı” vardır. Bunlar farklılıklar gösterse de ben burada tamamen “kendi” gözlemlerimden, bilgilerimden ve düşüncelerimden bahsedeceğim. O yüzden doğruluğu ve kesinliğini garanti edememekle beraber, birçok kültürde benzer diyagramı fark edeceğinize eminim.
Bu süreçte önce bir önkabulde bulunalım; Yaratıcı’nın yaratımı “birdenbire” değil de, aşamalı olarak meydana gelsin. Nedeni ise evrende var olan “tedriç yasası”.
  
Bu ne anlama geliyor? Yaratıcı bir anda yaratamaz mıydı? Tabi ki yaratabilirdi ve yaratmıştır da zaten. Onun sonsuz ve sınırsız olduğunu içsel olarak biliyoruz. Aynı zamanda sınırsız ve sonsuz kavramlarını mantığımız ile idrak edemiyoruz. Haliyle anladığımız sadece sezgilerimizle keşfettiklerimiz ve önce içimizi, sonra içimizin yansıması olan evreni incelediklerimiz olacaktır. Evrene baktığımızda her şeyin yaratımında aşamalar olduğunu görürüz. Daha önceki yazımda her şeyin belli aşamalarda olduğundan bahsetmiştim. Kısaca özetlemek gerekirse tedriç yasasına göre;
Tedriç yasası her şeyin kademeli bir süreçten geçtiğini ifade eder. Yani her şey derece derece ilerlemektedir. Hayatımıza baktığımızda hiçbir şey aniden olmaz. Her şeyin bir basamağı vardır. Önce başlangıç sonra ara basamaklar ve nihayetinde sonuç olacaktır. En basitinden bir iş yerinde terfi etmek istiyorsak, kademe kademe ilerlemeli ve yavaş yavaş yöneticilik basamağına yükselmemiz gerekir. Ya da hamile kalma sürecinde aylık aşamalar vardır. Embriyo yavaş yavaş (kademe kademe) aşamalardan geçerek bir birey olmaya başlar. 
Bu yasa aynı zamanda tekâmül için de geçerlidir. Tekâmül yolunda adım adım ilerlemekte ve bazı basamaklardan geçmekteyiz. Çizdiğimiz yol ve seçimlerimizi bu basamakları geçmek üzerine kurarız. Mesela tasavvuf yolunda geçilmesi gereken 7 nefsi basamak vardır. Bu temizlik ve temizliğin sonuçları 7 basamakta ifade edilir. (Nefsi emmare, nefsi levvame, nefsi mülhime, nefsi mutmainne, nefsi radiye, nefsi mardiyye ve nefsi teskiye) Tasavvuf yolunda olduğu gibi spiritüel yollarda da bu tür basamaklar ve kademeler mevcuttur. 
Bu yasa gereği en sağlıklı ilerleme bu yüzden kademe kademe olandır. Bir anda sağlanan yükselişler, ani düşüşleri ve dengesizlikleri beraberinde getirebilir. Ama sağlıklı ve sindirerek yapılan ilerlemeler baki kalacaktır.  (İndigo dergisi, Efe Elmas, Mart 2009: Varoluşu Sürekli Kılan Kozmik-Evrensel Yasalar)
Kuran’a bakarsak;
O bir şeyi yaratmak istediği zaman ona “ol” der, o da (sünnetullaha uygun olarak belli bir süreçte) olur.
(Yasin82)
Bu ayette tek bir ol kelimesinin yaratım için yeterli olduğunu görüyoruz. Ayrıca 6 günde yaratması ve yedinci gün arşa çıkması gibi benzetmelerden, süreçlemeleri de biliyoruz. Bu tedriç yasasının da yaratımın bir parçası olduğunu bize göstermektedir.
Haliyle biliyoruz ki manevi âlem ile maddi âlem iç içedir. Fiziksel eşyalar enerjilerin yoğunlaşmış halidir. Öyleyse manevi ve fiziksel âlemin yaratılışında belli aşamalar vardır. Öz enerji önce kutuplara ayrılıp, sonra biçim değiştirip, ruhsal yaratımı dolaysıyla fiziksel yaratımı oluşturmuştur. Yani Allah’ın öz enerjisi direk fiziksel âleme akmaz, aşamalı olarak “fizikselleşir” ve enerjinin titreşimi düşerek, katılaşır. Bunu kimyada ki faz değişimlerine bakarak daha rahat anlayabiliriz.
Bir gaz fazı, enerji (ısı) vererek yoğuşur ve sıvı fazına geçer. Sıvı fazı da enerji vererek, aralarında ki moleküller sıkışıp yoğunlaşarak katı fazına geçer. Böylelikle katı meydana gelir. Aynı şekilde katı madde enerji olarak önce sıvılaşır, sonra da gaz fazına geçer. İşte bu geçişlerin döngüsü gibi, enerjiden fiziksel âleme, maddeye doğru bir enerji akışı vardır.
Ruhumuz, tanrısal bir enerjiye sahiptir. Haliyle, fiziksel bedenimiz kadar yoğunlaşmış bir kalıp ile ruhumuz arasında da enerji akışı için ek bedenler vardır. Bu ek bedenler ruh ile fiziki beden (iki zıt kutup) arasında enerji akışını sağlarlar. Ruhtan çıkan tesirler, süptilliğini kaybederek maddeleşir ve bedeni etkiler. Bunda eterik bedenin de etkisi büyüktür.
Madem kendi sistemimiz ve Evren’in sisteminde aşamalı süreçlerden bahsediyoruz. Bu aşamanın potansiyelini ve kaç aşamadan oluştuğunu düşünelim. Bunun için bize sembolizmin temellerinden biri olan numeroloji bilgisi gerekmektedir. Bu bilgiyi de antik bilgilerle doğrularsak, yaratımın kaç aşamadan oluştuğuna dair bir fikir edinebiliriz.
Birçok kaynak 7’nin yaratımın sayısı olduğundan bahseder. Numerolojiye göre 7 yüksek potansiyel ve yaratım gücüdür. Çünkü tüm yaratım ile ilgili bilgilerde 7 günden bahsedilir. Ayrıca yukarıda da değindiğimiz gibi “insani kâmil” olmak için 7 nefs aşaması vardır. Öte taraftan Maya kültüne göre de 7’nin (7 gündüz kavramı) önemli olduğunu görmekteyiz.
Burada dikkatinizi önemli bir noktaya çekmek istiyorum. Asıl yaratım 6 günde olmuştur 7. Gün veya 6. Günün sonunda Allah arşın üzerine istiva etmiştir. Burada çok ince bir gönderme ve bilgi vardır. Lakin bu ince gönderme, bize yaratılış ile ilgili çok ama çok derin bir sırrı vermektedir. Niye yaratılışın sayısının 7 olduğunu buradan çok rahat bir şekilde çıkartabiliriz.
Kuran’a göre;
Araf suresi 54.ayet; “Şüphesiz ki Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratmış*, sonra arşın üzerine istiva etmiş/yarattığı her şeyin kanununu koymuş, evren üzerinde egemenlik kurmuştur. Geceyi, onu hızlı bir şekilde izleyen gündüze örüp bürüyen, güneşi, ayı, yıldızları emrine/yasalarına boyun eğdiren O’dur. Bilin ki yaratma da yarattıklarının koyduğu yasalara göre yönetmede O’na aittir. Ne yücedir, âlemlerin rabbi olan Allah!”
(*Kuran Mealinin Yorumu; Yerin ve göklerin 6 günde yaratılması dünyada hakim olan bildiğimiz zaman ölçülerine göre değildir. Bizim günümüz yani yerkürenin güneşin karşısındaki 24 saatlik hareketleri ile ilgilidir. Kuran’da geçen gün kelimesi ise çeşitli zaman dilimlerini anlatmaktadır. Mesela Hac 22/47’de “Rabbinin katında bir gün vardır ki; sizin bin seneniz gibidir.” Denilir. Secde 32/5’te ve Mearic 70/4’te “Allah katında bir günün bizim elli bin yılımıza denk olduğu” bildirilir. Fussilet 41/10’da yeryüzünün iki günde, dağları, canlıları ve rızıklarını 4 günde; aynı surenin 12. Ayetinde gökyüzünü 2 günde yarattığı bildirilmektedir. Görüldüğü gibi Kuran’da ki gün kavramı ve birimi farklıdır, bunları jeolojik devirler olarak yorumlayanlar da olmuştur. Kitabı Mukaddes’te (yaratılış, 1-2) göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı kaydedilir)
6 gün kavramı yaratımın 6 sürecinden bahsetmektedir. Biz bunu enerjinin 6 aşamalı dönüşümü olarak alırsak, enerji 6 aşamada fiziksel boyuta inmiş yani fizikselleşmiştir. 7. Aşama yani yedinci boyut ise Yaratıcı’nın enerjisinin çıktığı boyuttur. Buna diyagramı tam olarak çizdiğimizde tekrar geri döneceğiz. Şimdi diğer kutsal kitaplarda ki 7 kavramına bakalım;
Tevrat;
Yar.2: 2 Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.  
Yar.2: 3 Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.
Nakaallerin tabletlerinde;
Başlangıçta evren yalnızca bir ruhtu. Hiçbir hayatiyet belirtisi yoktu; dingin, ıssız ve sessiz. Uzayın enginliği boş ve karanlıktı. Yalnızca Yüce Ruh,  Kendiliğinden var olan Kudret, Yaradan, Yedi Başlı Yılan dipsiz karanlıkta hareket ediyordu.
Âlemleri yaratma arzusu duydu ve âlemleri yarattı ve üzerindeki canlılarla birlikte Dünya’yı yaratma arzusu duydu ve üzerindeki tüm canlı varlıklarla birlikte dünyanın yaratılışı şu şekilde oldu;
Yedi Başlı Yılan’ın yedi en yüksek akıl niteliği yedi emir verdi.
Bu metinde de bolca yedi sayısını yaratım ile bir görüyoruz. Öyleyse yaratımın 7 aşamada olduğunu veya enerjilerin kaynaktan tedrici olarak 7 aşamada indiğini görebiliriz. Kaldı ki 7 temel çakramız bu enerji inişinin -mikro kozmos olmamızdan dolayı- en iyi örneğini vermektedir.
Hindulara göre beş duyumuz dışında, altıncı hissimiz (6. Çakraya tekabül etmesi ilginçtir) ve ruhsal-zihinsel idrak ile yedi unsur vardır. İşte bu nokta da niye tüm kültlerde 7’nin önemli olduğunu görüyoruz. Çünkü 7 yaratım ve enerjinin akışını anlatan sayıdır. Enerji, 7 aşamada yaratımda şekillenir. Özden, tüm maddi boyut arasında 7 aşamalı bir “iniş” ve yine 7 aşamalı bir “çıkış” vardır. 7 gök ve 7 yer kavramının da bundan dolayı çıktığını varsayabiliriz.  Yaratıcı tüm kâinatın tek kaynağıdır ve her şey ondan var olmuştur. Haliyle “arşına oturması” ya da “dinlenmesi” gibi tabirler çok ince benzetmelerdir. Tüm varoluşun en küçük zerresine kadar işlemiş bir Yaratıcının bir arşa çıkması ya da dinlenme gibi insani bir davranış sergilemesi mümkün müdür? Tabi ki hayır! Öyleyse bu cümle bize çok önemli bir ayrıntıya parmak basmaktadır; 6 aşama enerjinin inişini içerir, yedinci aşama nihai enerjilerin çıkış kaynağıdır. Yani Yaratıcı’nın yaratma gücünün bir sembolüdür.
Bu 7 aşamayı şöyle sıralayabiliriz. 6 aşamada yaratım var ve Yaratıcı arşa (7. Aşamaya) çıkıyor. Demek ki 7. Aşama Rabbin katı ve enerjilerin kaynağı. 6. Aşama nokta (birlik) aşaması, 5. Aşama yin-yang ve bütünlük (bütünselliği bozmadan ikiliğin ortaya çıkışı) aşaması, 4. Aşama üçlü formun yaratılması (enerji şekillenmeye başlıyor), 3. Aşama beş elementin aşaması (enerji dağılmaya başlıyor), 2. Aşama ikiliğin ayrılması ve dualite, 1. Aşama ise diğer tüm yaratılışlar.
Öncelikle her ne kadar bunları diyagram şekilde göstermiş olsakta unutulmamalıdır ki bunlar alt alta sıralanmış değil, iç içe geçmiş daireler halindedir. Bu da şu yasayı içerir; “üstte ki alttakini kapsar” Buna kapsama yasası denmektedir.
Yaratıcı’nın Sonsuz Kaynağı (Ebedi ve ezeli Kaynak)  (7. Aşama)
Bütün yaratılış bu kaynaktan çıkmaktadır ve nihayetinde bu kaynağa geri dönecektir. Saf, sonsuz ve tanımlanamaz derecededir. Ne iyidir ne kötü, ne yangdır ne yin. Her şey O’ndan meydana gelmektedir lakin O her şeyin dışında, tüm tanımların uzağındadır. Bütün kültürler O’nu hiçbir kelimenin tanımlamaya yetmeyeceğini söylemişlerdir ve kültlerden kültlere Yüce Yaratıcı’ya söylenen isimler değişmiş ama O’nu tanımlayan daha doğrusu tanımlamakta zorlanan öz hep aynı kalmıştır. Bütün tanımlar kısa ve bir o kadar da derindir;
İhlâs Suresi:
1. Ey Peygamber De Ki: “Alla birdir, tektir.”
2. “O Allah Samed’dir /ezeli ve ebedidir, her şey O’na muhtaç, O ise hiçbir şeye muhtaç değildir.”
3. “O ne doğurmuş, ne de doğmuştur.”
4. “Ve O’nun hiçbir dengi de yoktur.”
Taoizme göre Lao Tzu, Tao’yu, Tao Te Ching eserinde şöyle tanımlamıştır; “Formu olmayan ama eksiksiz bir şeyler var, Cennetten ve dünyadan önce var olmuş; Ses olmadan, madde olmadan, Hiçbir şeye bağlı olmayan, değişmeyen, Her şeyi kaplayan, her zaman var olan.” Ayrıca aynı eserde: “Tao dokunulmaz, ölçülmez bir şeydir. Ölçülmez, dokunulmaz. Fakat onda saklı olan formlardır.”
Hindularda Manava Dharma Sastra, 2.Kitap, 74.sloka: “Başlangıçta yalnızca Adite denilen sonsuz varlık vardı.”
Zümrüt Tablette de benzer tanımların olduğunu gördük. Tüm kültler, O’na isimler verildiğini ama bu isimlerin hiçbirini onu tanımlamaya yetmeyeceğini, söylemişlerdir. Allah, Brahman, Tao, Yehova, Atum, Adite…
Kısacası tüm yaratılışın kaynağı O’dur ve tüm enerjiler O kaynaktan çıkar. O’nun varlığı her zerreye kadar işlemiştir ve her zerrede O’nun parçası vardır. Hepimiz O’yuz ama O biz değildir. Çünkü O bizden fazlasıdır. Haliyle değişmezdir, sınırsız ve sonsuzdur. Bu yüzden buraya ebedi ve ezeli kaynak diyelim.
Bazı felsefeler Yüce Yaratıcı’nın iki planı olduğundan bahseder. Bunlardan biri açık olmayan tüm sırları barındıran potansiyel, diğer ise açık potansiyeldir. Açık olmayan potansiyelin yaratımını açık potansiyel yerine getirir. Taoizm de ki Wu Chi (açık olmayan potansiyel) ve Tai Chi (açık potansiyel) ya da Ayurveda da Brahman’da Purusha (gizli, Nesnesiz saf bilinç her şeyin bilincindedir, devinimsizdir, değişmez ve hiçbir arzusu yoktur.) ve Prakrita (Tohum, Sonsuz ve algılanamaz maddi  doğa). Tasavvufta “Gizli bir hazineydim bilinmek istedim.” Sözü bu iki kısmı anlatır. Gizlenen kısım ve bilinmek üzere işleyen Yaratılış. Daha fiziksel örnek vermek gerekirse DNA ve RNA örneğini verebiliriz. DNA gizli potansiyeldir, onun bilgisini RNA kopyalayarak gerekli işlemleri hücre de sağlar.
Sonuç olarak var oluşun ve her şeyin kaynağıdır.  Tek ve en üstün olan, her şeyi kaplayan en dıştaki dairedir. Her şey onun içinde var olmakta o ise her şeyin dışındadır. Bütün saklı potansiyeller O’na aittir ve O kaynakta her şey değişimsiz, O’nun dışında her şey değişime tabiidir. Haliyle tüm enerjilerin ve yaratışın nihai kaynağı O’dur.
Nokta aşaması (Birlik) (6.Aşama)
Bu aşama için tanrısal ışığın-enerjinin süzüldüğü ve dağılmaya başladığı kısım diyebiliriz. Birlik aşaması, ikilikten önce ki aşamadır. Birlikten ikilik doğar ve ikilik zıtlığı meydana getirir. Bu aşamada ikilikler yoktur, her şey tek ve özdür. Ezeli ve ebedi’nin yaratıcı potansiyelinin ilk iz düşümüdür. Hz. Ali’nin deyimiyle; “İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı” sözünde ki “nokta” bu potansiyeli anlatır.
Saf enerji burada şekillenmeye başlar. Farkındalık ve her işte ki hayrı görebilme kabiliyetine tekabül eder. Kısacası alın çakrasının makro kozmosta ki ifadesidir. Enerjilerin giriş çıkışı için ara kapı niteliğindedir. Değişken ve hareketlidir. Ezeli ve ebedi kaynaktan gelen potansiyel, buradan süzülerek oluşmaya, hareket etmeye başlar. Yaratıcı’nın gizli potansiyelleri, burada oluşmaya başlar.
Hallacı Mansur’un tabiriyle; “Nokta tüm çizgilerin esasıdır.” Yani bu seviye enerjinin asıl şeklini-zemini hazırlar ve diğer çizgilerin oluşmasını sağlar. Her cümlenin sonuna konması esasıyla, bir şeyin sonudur. Sınırlar, sınırları belirler. Bitişi gösterir. O yüzden yaratılış diyagramının ilk ve son safhasıdır. Yaratıcı yaratmış “nokta” koymuş ve kendi arşına bu yüzden yükselmiştir. Burada ki nokta, sınırı ve kaynağın ilk çıkışını aynı zamanda son varışı anlatır.
Bundan sonra nokta ilk şeklini alır ve yapısını (dengesini bozmadan) iki bölümden oluşur.
Yin-Yang (Zıtlıkların dengesi) (5.Aşama)
Nokta aşamasında ki enerji, kendi içinde (parçalanmadan) ikiye bölünür. Böylelikle enerji ilk şeklini alır. Yin ve yang devresi olarak ayrılır. Yin, dişil enerjiyi, tanrıçaları sembolize eder. Maneviyat, ay, enerjilerin büzülmesi, soğuk enerjiler, soğukluk, negatif ve siyah kısımdır. İçeri yönelen-alıcı bir yapıya sahiptir. Yang ise eril enerjiyi, tanrıları sembolize eder. Maddiyat, güç, sıcak enerji, enerjilerin genişlemesi, güneş ve beyaz kısımdır. Dışarı yönelen bir yapıya sahiptir.
Bu ikiliğin meydana gelmesiyle enerji akışı sağlanmaya başlar. En basitinden bir elektrik devresinde, elektrik devinimi zıt kutuplarda meydana gelmektedir (- ve +). Bu kutuplar kendi içinde bir dengeye sahip olup, enerji akışını ve devinimi sağlarlar. Bu yüzden bu zıtlık evrende ki enerji devinimini sağlamaktadır. Bu devinim var oluşu, yaratılışı meydana getirir. Böylelikle birlikten ikilik meydana gelmiştir. Zıtlıkları yaşamın her köşesinde görebiliriz. Med-cezir olayı, kalpte ki kanın itilmesi, eril ve dişil özelliklerimiz (ayrıca hormonlarımız), gece ve gündüz… Bu kavramlar birbirini tamamlayan ve zıttı olmazsa “var olamayacak” kavramlardır. Gündüzün olmadığını varsayarsak, gece kavramından bahsedebilir miyiz? Öyleyse bu zıtlık, tanımlamalar ve var oluşun akışı için olmazsa olmazdır. Hatta bu zıtlıktan yararlanılarak yapılan tedavi yöntemleri vardır. Polarite terapisi buna bir örnektir.
Bu seviye de zıtlıkların birbirini tamamlıyor olması, enerjinin hala süptil ve yüksek titreşime sahip olduğunun göstergesidir. Enerji hala dağılmamıştır. Sadece ilk şeklini almıştır. Bundan sonra ki bütün yaratımlar, bu iki enerji kalıbının içinde var olacaktır veyahut bu iki enerji kalıbının bir dengesini bulunduracaktır.
Üçlü Form aşaması (4.aşama)
Yin ve yang evreleri, iki kutup olarak bölündüğünde, ciddi bir çatışma meydana gelmektedir. Birlikteyken bütünlüğü oluşturan bu kutuplar, ilk ayrılışı yaşadıklarında dengede durmaları mümkün değildir. Çünkü ortak “bütünlük” içinde değillerdir. İki farklı form halindelerdir ve bu iki formun beraber var olması mümkün değildir. Bu yüzden bu iki formu, tamamlayacak ya da bağdaştıracak üçüncü bir form meydana gelir. İşte bu yüzden dolayı üçlü form oluşur.
Daha fiziksel bir örnek vermek gerekirse; kendi kişiliğinizin, tam zıttına sahip bir kişiyi varsayın. O, kişiyle aynı ortamda durmanız ne kadar mümkün olacaktır? Büyük ihtimalle saniyeler bile sürmeyecektir. Çünkü ilk konuşmada ya da iletişimde çatışmalar başlayacaktır. Ama aranızda sizi bağlayacak bir kavram varsa, mesela “aşk”, o zaman çatışma yerini dengeye bırakacaktır. Aynı proton ile anti proton’un ya da elektron ile antielektron’un çarpıştıklarında yok olması ve saf enerji meydana gelmesi gibi, bu iki zıtlıkta üçüncü form ile dengede kalabilmektedir.
Bir diğer örneği ise kimyadan verebiliriz. Su ve yağlar yapısı itibariyle zıt sıvılar olarak ele alınabilir. Bir suyun, yağ içinde kendiliğinden çözünmesi mümkün değildir. Suyun ve yağın, bir arada tutunması için “emülgatör” denen bir bileşiğe ihtiyacı vardır. Emülgatörler, bir ucu yağı seven (hidrofobik) diğer ucu suyu seven (hidrofilik) moleküllerdir. Yani hem su hem de yağın ortak noktada bulaşabileceği bir yapıya sahiptir. Bu da, iki farklı yoğunlukta ki sıvıyı, bir arada tutmayı sağlar. En çok bilineni, yumurta akında ki lesitindir. Bu basit örnek bile mikro kozmostan, makro kozmosu çıkarmamıza yeterlidir. Demek ki iki zıt kutup, birbirinden ayrıldığında, birleşmeleri için üçüncü bir denge (ara) forma ihtiyaç duymaktadır.
Bu aşamada, zıtlıklar ayrıldığında, üçlü form dengeyi sembolize etmektedir. Zollar’ın tanımıyla “Bütün şeylerin başlangıcı Birliktir. Birden bütün şeyler sayıya göre ortaya çıkar. Birlik bütün çokluğu içerir. Birlik olmadan İkilik olamaz. Oysa İkilik Birlik ve onun aynılığının inkârı ile doğar. Ancak ortaya çıkan gerilim süremez ve üçlük ortaya çıkar. Bu da daireyi tamamlar, zıtlıklar barışır ve birlik veya bütünlük yeniden tesis edilir."
İki form arasında ki denge formu, nötr bir formdur. İkisinin birleşimini içerir ve ikisi arasında bağı sağlar. Geçmiş ve gelecek arasında ki şimdiyi kapsayan zaman süresi, bunun yansımalarından biridir. Tasavvufi tabirle; ilahi aşk, ilahi kudret ve ilahi hikmet olarak ayrılabilir. İlahi aşk, koşulsuz, şartsız, Yaratıcıyı ve dolayısıyla tüm kainatı sevmek demektir. Bu aşkta koşul ve beklenti yoktur. İlahi kudret, aktiftir ve iradenin yaratım gücünü ifade eder. İlahi hikmet ise bu ikisi arasında ki dengeyi sağlayan, gücün sevgi ile kullanılmasını ifade eder. İkisini bağdaştırır.
Mitolojideki Hermes ve Afrodit’in hikâyesi bunu sembolize etmektedir. “Tanrıça Afrodit, yüzyılda bir doğduğu topraklara gelmektedir. Ve her gelişinde de değişik kılıklarda dünyaya dönmektedir. Bir yüzyıl yine dünyaya gelir. Bu sefer bir orman perisi olarak yeryüzünü onurlandırır. Ormanda hayvanlarla dolaşırken, bir gölün kenarında Tanrıları bile güzelliği ile kıskandıracak, aynı zamanında merhameti ve sevgisiyle kalbi dolu olan Hermes’e rastlar. O anda Hermes'e âşık olur. Hermes'in yanına varır ve onunla göz göze gelir. Hermes’te ona âşık olur. Kanı nehirler gibi damarlarında akmaya başlar, ruhu kuş olur. Birden Hermes ve Afrodit birbirlerine dolanmaya, birleşmeye başlarlar. Onlar sarıldıkça ormanda kuşlar uçuşmaya, çiçekler açmaya, serin rüzgârlar esmeye, ağaçlar önlerinde eğilip onları selamlamaya başlar.
Afrodit, kendini kaybeder ve durmadan Hermes'i sarar, sarar ve sarar. Sonunda Zavallı Hermes bu sevgiye karşılık veremez olur. (İki zıt kutubun, misal akıl ve aşkın, bir denge halinde bulunamaması durumu) Afrodit yaptığını fark edince kahrolur. O an Tanrıların Tanrısı Zeus'tan sevgilisiyle hiç ayrılmamayı diler. Zeus, Afrodit’in bu haline acır. Ve onları sonsuza kadar BİR yapar.” Mitolojiye göre buradan da Hermafrodit (Hermes ve Afrodit kelimelerinin birleşiminden oluşur) doğmuştur ve çift cinsiyeti, aseksüelliği anlatır. (Tıbbi terime buradan geçmiştir) Hermafrodit aynı zamanda aklın (hermes) ve kalbin (Afrodit) uyumunu da sembolize eder. Bazı kaynaklar, Hermafrodit’i, Hermes ile Afrodit’in çocukları olarak alsa da, sembolün özü aynıdır.
Yine yunan mitolojisinde ki üçlü tanrıça formu da, bu sembolizmaya tekabül etmektedir. Bakire kız, anne ve yaşlı kadın (koca karı) olarak resmedilen bu tanrıçalarda, “bakire” pozitif kutbu, “yaşlı”, negatif kutbu, “anne” ise arada ki dengeyi sembolize eder. Kaldı ki bu sembol hepimizin hayatında ki üç evreye denk gelir. Genç kadın-erkek, orta yaşlı kadın-erkek ve yaşlı kadın-erkek, kavramlarını içerir. Eski doğa dinleri, her yıl yaşam döngülerini kutlarlardı ve tanrı-tanrıça formlarının şekilleriyle sembolize ederlerdi. Samhain (31 Ekim), yılın başlangıcını ve sonunu belirttiği için tanrıçanın bilgeleşmesi ve kocakarı olması olarak kutlanırdı. Imbolg (2 Şubat), yaşamın ilk belirtilerinin toprağa geri dönmesi ve kuzuların doğum yapmaya başlamasından dolayı, Tanrıçanın, Kocakarı cüppelerini çıkarıp, Genç (bakire) kıza dönüştüğü zaman olarak kutlanırdı. Beltane  (1 Mayıs), Tanrıçanın, genç kız cüppelerini çıkarıp anneye dönüştüğü ve tanrı ile tanrıçanın evliliğinin kutlandığı bayramdı. Ve döngü bu şekilde başa sarardı. Her yıl tanrı ve tanrıça, üçlü formlarda şekil değiştirirdi. Yin-yang’ın üçlü form halinde nasıl şekil aldığı burada daha iyi gözlemlenmektedir.
Üçlü forma bir diğer örnek ise, Ayurveda geleneğidir. Ayurveda geleneğinde üç ayrı psişik dosha bulunmaktadır. Satvas, pozitif eğilim, aydınlığı, ilerlemeyi ve ileri evrimi, ulvi değerleri, Rajas, durağanlığı, hareketsizliği ve nötrlüğü, Tamas ise karanlığı, kötü duyguları, gerilemeyi, süfli değerleri göstermektedir.
Kısacası üçlü formlar birçok yerde karşımıza çıkar. Çünkü birlik ve ikilikten sonra, denge unsuru için üçlü formlar meydana gelmektedir.
Beş element (3.Aşama)
Zıtlık, üçlü form ile dengeye geldikten sonra, yaratım ve varoluş enerjisi bir sonra ki aşamada dinamiklik kazanarak harekete geçer ve fiziksel formun yaratımında ki en temel örgüyü- zemini meydana getirir. Bu elementler tüm yaşamın içinde var olan temel enerji örüntüleridir ve yaratılışlar bunların ilişkilerinden meydana gelir.
Üçlü form da ilk biçimini alan enerji, asıl somut biçimini beş elementte alır. Sınıflara ayrılıp, doğanın yaratımında, enerjisel ve kişiliğe dayalı yaratımların özünde yer alır. Üçlü formda ayrıma giren enerji, beş element ile biçimlenir ve bu hem doğanı hem de insanın enerjisel alanlarını ve fiziksel formlarını oluşturur.
Bu yaratımın içinde duygusal, fiziksel ve ruhsal potansiyellerde dâhildir. Haliyle duygularımızda beş elementin biçimlenmiş hallerini görebiliriz. Mesela hepimiz öfkeyi, siniri, cesareti, tutkuyu, şevk ve aşkı ateş elementi ile bağdaştırabiliriz. İyimserliği, kıvrak zekâyı, fazla hayalciliği hava ile bağdaştırırız ve yanı sıra “hafif olma” (hafiflik, havanın bir unsurudur) manasında kullandığımız, dedikodu, iftira gibi temeli olmayan ama yıkıcı etkiler içeren duyguları da hava ile bağdaştırabiliriz. Öte taraftan unutkanlıkta hava elementin sınıfına girebilir. Aynı şekilde kararlılığı, dayanıklılığı, otoriteyi ve katı görüşlülük ile sert mizacıda toprakla bağdaştırabiliriz. Merhameti, huzuru (“Su akar yolunu bulur.”),  berraklığı su ile bağdaştırabildiğimiz gibi karar çekmede zorluğu, ani çıkışları su elementi içerisine dâhil edebiliriz.
Duygusal ve fiziksel hayatımızı incelediğimizde duyguların hissettirdiklerinin, mutlaka bir elementin içine dâhil olduğunun farkındalığına ulaşabiliriz. Çünkü bu temel enerji örüntüleri, yin-yang ve onun şekillenmiş hali olan üçlü forma “biçim” verir. 
Ayurveda geleneğinde, tüm evren beş element ile oluşmuştur ve fizyolojimizde bunu görebiliriz. Evrende ki her yaratımın bu beş elementle küçük ya da büyük bir bağı olduğuna inanılır. Bir ağacı örnek verirsek, ağaç yaşamını devam ettirebilmek için topraktan mineralleri (toprak elementi) ve suyu almalıdır (su elementi). Ayrıca havada ki karbondioksit ile bazı gazlara ihtiyaç duymaktadır (hava elementi). Bu aldığı mineral, su ve karbondioksiti yaşama geçirmesi için güneş ışığından (ateş elementi) yararlanması şarttır. Tabi bu yaşamsal fonksiyonların devinimi için zemin bir enerjiye (beşinci element; Ruh ya da esir) ihtiyaç duymaktadır. Bir başka örnek olarak hücrelerimizi verebiliriz. Hücrelerin zarlarındaki delikler “boşluk” (beşinci element),  hücre zarı “toprak”ı, hücre zarı içerisindeki endoplazmik retikulum “ateş”i yani enerjiyi ve hücre içerisinde ki sitoplâzmada (hücre sıvısı) “su”yu gösterir. Metabolik faaliyetler sonucu hücre içinde oluşan oksijen, karbondioksit gibi gazlarda “hava”ya tekabül eder. Haliyle duygularımızın yanı sıra, fizyolojimizde de beş elementin örgüsünü görebiliriz.
Beşinci element, kültürden kültüre değişebilse de, biz diğer dört elementin devinim ve dönüşüm yapması için zemin olduğunu bilmekteyiz. Bunu aynen elektriğin iletilmesi için tuzlu su ya da metal gibi bir “ortama” ihtiyaç duymasını gösterebiliriz. Beşinci elemente eski doğa dinlerinde “Ruh” olarak geçmektedir. Çünkü “Ruh” bu dört elementi birden bünyesinde bulundurur ve bunların biçimlenmesinde ana faktörü ve zemini hazırlar. Bu kültlerde diğer elementler ateş, hava, su, topraktır. Bazı simyasal kültlerde beşinci element “eter (esir)” , ayurveda geleneğinde ise “boşluk (akaşa)” olarak geçmektedir. Beş element, “pentegram” (beş köşeli yıldız) sembolü ile ifade edilmektedir. Beşinci elementin, pentegramın en uç noktası olması onun, diğer enerjilere göre daha süptil olduğunun bir göstergesidir.
Bunlardan farklı olarak Çin kültünde beş element; ateş, toprak, su, ağaç ve metaldir. Bu bir döngüdür. Su ağacı besler, ağaç ateşi sağlar, ateşin külleri toprağı oluşturur, toprakta metalin kaynağıdır, metal yoğunlaşarak, eriyerek suyu oluşturur. Böylelikle bir döngü meydana geldiğine inanılır. 
Beş elementin doğada ki yansımasına baktığımızda, dünyanın toprak zemini, dağlar, ağaçlar, bitkiler, madenler toprak elementi, hava, gazlar, bulutlar, hava elementi, nehirler, denizler, göller su elementi, magma ve dünyayı ısıtan ateş ile gerekli enerjiler ateş elementi ile sembolize edilebilir. Bu yaratımlarda dört element birlikte kullanılabilir. Öte taraftan ruh ya da bu elementlerin devinimi için zemin teşkil eden süptil yaratımda gerçekleştikten sonra enerji asıl biçimini almıştır. Bu süreçte Tanrısal ışığın (enerjinin) aşamalı olarak nasıl fizikselleştiğini ve biçimlendiğini görebiliriz. En nihayetinde toprak ile enerji yoğunlaşmış ve titreşimi düşmüştür. Bu da “madde” dediğimiz formu oluşturmuştur.
Dualite; bilinç ve form (2. Aşama)
Zihinsel, duygusal, fiziksel ve psişik yaratım beş element ile şekillendikten sonra dualite meydana gelerek zeminsel yaratılış kendini tamamlar. Artık formlar ve bilinçler vardır. Bilinçler ile formlar etki edilemez gibi gözükür. Çünkü enerji çok daha yoğun ve kalıplaşmıştır. Artık kaynak ile olan bağ zayıflamış ruhsal zihin, formlara bağlı bir “bilince” bölünmüştür. İşte bu noktada dualite başlamış, sınanmalar, acılar, kendini aramalar ve kaybolmalar başlamıştır.
Bu süreçte ego oluşmuş ve bir yaşam mücadelesi başlamıştır. Bu aşamadan sonra geriye kalan diğer aşama tüm diğer tezahürlerin yaratılmasıdır.
On bin şey (Diğer tüm tezahürler) (1.Aşama)
Bilinç (ego ile beraber) ve formların oluşmasıyla diğer tüm tezahürler oluşmuştur. Amacımız, hayatın oyunları, diğer madde çeşitleri, bu maddeleri inceleyen dallar oluşmuştur. Taoist deyimle buna “On bin şey” denir.  7’li aşama tamamlanmış, enerji titreşimi düşmüş ve en yoğun halini almıştır. Oyun sahnesi hazırlanmıştır.
Her inişin bir çıkışı vardır
Bu yaratımın 7 aşaması aynı zamanda yükselişin de 7 aşamasının sırrını vermektedir. Önce maddeden (on bin şeyden) elimizi çekmek ve maddenin değersizliği (1. Aşama), daha sonra bilincin ve formun zıtlığını keşfedip, nefsin farkına varmak. Formların varlığını kabul etsek dahi özlerinin farklı olduğunu fark etme ve bilinç ile forma karşı önlem alabilme (nefs savaşı) (2. Aşama), bütün bu formlarda enerji örüntülerini keşfetme ve bu örüntülerden evrenin işleyişini tespit etme, gerektiğinde örüntüler ile şifalanmayı sağlamak ve tek tek elementler üzerinde çalışarak doğa ile kendi sırrımızı keşfetmek, kısacası kendimizi tanımak (3. Aşama), üçlü formları fark ederek, beş elementin ötesinde aslında bir dengenin var olduğunu keşfetmek ve bu dengelerin “çağlar” veya “dönemler” ile birbirine bağlandığını duyumsayıp üçlü dengeyi kendi içimizde sağlamak, iyiyi, kötüyü ayırt edebilme, mümkünse nötr veya pozitif kutup olabilmek, kötüyü uzak tutabilme (hala hırs mevcuttur), beraberinde aşk ve ilahi aşk (4.aşama), her ne olursa olsun aslında kutupların kendi içinde bir denge oluşturduğunu fark etmek ve buna bağlı olarak aslında her hayırda bir şer, her şerde bir hayır olduğunu görmek ve her şeyin bizim hayrımıza çalıştığının farkındalığına ulaşmak. Bu süreçte “Haktan gelen her şeye razıyım” bilinci yerleşmeye başlar (5. Aşama). Hepimizin bir olduğunu ve aslında her şeyin, her kesin görevler üstlendiğini fark etmek, fark etmenin ötesinde bunu deneyimleyip yaşamak ve hayatın içinde ki rolü en iyi şekilde (gerektiğinde iyi gerektiğinde kötü adam olarak) oynamak, kendi benliğinden vazgeçebilmek (6. Aşama) ve Yaratıcı’yı arama, ona ulaşma isteği ve teslimiyet (7. Aşama)
Aşamalarda yükseldikçe enerji süptilleştiği için psişik yetilerde de artış meydana gelmektedir. Enerji 7 aşamalı yoğunlaşırken, yükselişte, bu aşamalar dâhilinde gerçekleşir. Tabi ki bu aşamaların da kendi içinde aşamaları vardır ya da daha derin içeriklere sahiptir. Lakin bu kadarı bile enerjinin yapısı ve yaratılış hakkında tedriç yasasına uygun olarak bilgi vermektedir. Bunlar mutlak doğruları değil, gözleme ve felsefi akımlara dayanan düşünce ve yaşam felsefesini içerir. Haliyle bunları en iyi hayatın içinde var olarak ve hayat ile kendimizi (kendi enerjisel, fiziksel, duygusal hallerimizi) gözlemleyerek yakalayabiliriz. Zümrüt levhada yazan şekliyle;
Yukarıda olan
Aşağıda olana benzer
Tek bir şeyin mucizelerini
Gerçekleştirmek için.
Ve her şey bir olduğu
Ve birden gelmiş olduğu için
Her şey, bu tek şeyin içinde
Uyum ile doğmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder