Nereye gidiyoruz? Etrafımıza bile bakmadan, umursamadan, görmeden, incelemeden, nereye?… Günlük yaşamın hiddetli akışına kendimizi bırakmış vaziyette, nereye sürüklendiğimizi bile bilmeden, bu yolculuk nereye? Hayat, farkına varılmayacak kadar gerçek mi yoksa gerçek olmadığını fark etmemek için görmemeyi mi seçiyoruz? Ya kalbimizdeki sesler, onları nasıl susturacağız? Ya da ne zaman sıyrılıp bir sevdiğimize “Seni seviyorum.” diyeceğiz? Zamanımız mı yok?
Hayat birçok alternatif yolları olan tuhaf bir yolculuktur. Tam olarak açıklanamayan bir tiyatro sahnesi sanki…. Hayatı yazılmış bir senaryo üzerinden doğaçlama oynanan bir oyun olarak tasvir etmek çokta yanlış olmaz. Hepimiz çıkarız sahneye, ağlamamız gereken yerde ağlarız, gülmemiz gereken yerde güleriz. Bazen yalnızlık çekmemiz gerekir hayatın küçük nüanslarını yakalamak için. En önemlisi de; rolün kötüsü, gereksizi ve basiti yoktur. Hepsi önemlidir. Öyleyse bizim rolümüz ne? Belki de bu sormamız gereken yegâne soru.
Hepimiz hayatın akışında birçok şeyi fark etmeden ilerliyoruz. Birçoğumuz yalnızlık yaşıyoruz içimizde. Bu yalnızlığı bastırmak için kimimiz sürekli hareket halinde oluyoruz, kimimiz işe kariyere veriyoruz kendimizi, kimimiz de varoşlarda ki meyhanelere… Ama ne yaparsak yapalım bir türlü eksilmiyor bu duygu. Susturamıyoruz, kendimize itiraf edemiyoruz, düşünürsek sıkılıyoruz ve en önemlisi korkuyoruz içimize danışmaktan. Peki, yalnız mıyız bu kadar? Aslında hayır…
Hayatın akışında devam ederken bir an sıyrıldım dünyadan. Bir yalnızlık ürpertisi sardı tüm benliğimi. Etrafıma baktım. Herkes koşuşturma içerisinde, herkes yorgun, herkesin yüzünde bir umutsuzluk. Bağırmak istedim, haykırıp sarsmak istedim insanları. Cesaret edemedim. “O kadar basit değil. Hepimizin rolleri var bu dünyada. Hepimiz beraber çalışıyoruz. Yalnız değiliz!” demek istedim ama kimseye “hatırlattıramadım” kendimi. Sesimi duyuramayacağımı anlayınca içime döndüm bir an. Ne çok şey birikmiş içimde, onu fark ettim. Çıkarmak istedim, kusmak istedim ne varsa içimde olan, yapamadım. Boğazım düğümlendi. Ve yine bir yalnızlık ürpertisi aldı vücudumu. Gözyaşı birikti o anda yüreğime. Ağlamak istedim, ne varsa yüreğimde biriken, hepsini ağlayarak dökmek istedim. Yapamadım. Sisler arasında yolumu kestirmeye çalıştım, göremedim, ayırt edemedim. Bir sıkıntı aldı başını, yayıldı her bir zerreme, öldürücü bir virüs gibi. Bir kişinin sıkıntısı da değildi, insanlığın sıkıntısıydı adeta. Silkelenmek ve kendime gelmek istedim, kaldıramadım omuzlarımı. Ne ara bu kadar ağırlık çökmüştü? Ne ara omuzlarıma yük binmişti, ne ara büyümüştüm, ne ara hayat değişmişti, ne ara arkadaşlarım gitmişti, ne zaman? Çok hızlı akıyor gibi geldi zaman o an. Durdurmak istedim, yapamadım. İnadına hızlandı sanki benle yarışır gibi. O hızlandıkça ben yoruldum. Dayanmak istedim bir ağaca, tekrardan tohum oldu sanki tüm ağaçlar. Oturmak istedim kaldırımlara, toprak istemedi. Daha değil dediler. Henüz değil…
Kendimden geçmiş, karanlığa batmış gibi hissediyordum. Bir ışık arıyordum, tek bir el göremiyordum.
O anda neden dışarıda olduğumu hatırladım; evdekilere ekmek almam gerekiyordu. İki adet ekmek aldım. Bir dilim yemek istedim ekmekten, Dünya’nın bu hediyesini sindirmek istedim, belki bu nimet hatırlatırdı bana şükretmeyi ama boğazımdan geçmedi. Doymuştum daha düşünmeden. Ayaklarım kendi başlarına yürür olmuşlardı. Havada tuhaf bir sessizlik vardı adeta. Hepsi sus pus olmuş gözetliyorlardı, nerede bitecek bu rolün sonu, çıkacak mı kuyulardan, kuytulardan, karanlıklardan diye.
Issız parkın yanından geçerken ileride bir babaanne ile torunu el ele tutuşmuş birini bekliyorlardı bir apartmanın kapısında. Elinde bir parçacık ekmekle çocuk döndü. İnceledim çocuğu… Pişman mıydı acaba hayata geldiğine? Yoksa farkında değil miydi? Rolünü bilecek miydi? O anda elindeki bir parça ekmeği uzattı bana “Al!” dedi. Şaşırdım. Yoldan geçen birine umarsızca, korkusuzca, uzatmıştı elini. Ve yineledi düşüncelerimi susturmak ister gibi; “Al!” Daha yeni öğrenmişti belli ki konuşmayı. Ama ne kadar güzel bir söyleyişti o. Şaşırdığımdan mıdır yoksa içimde olanları fark ettiğinden midir bilmem, yine tekrarladı “AL! AL! AL!”. Her seferinde elini biraz daha uzatmaya çalıştı bana. Gülümsedim. İçtenlikle tüm yüreğimle bu küçük ama yüreği kocaman varlığa gülümsedim. Beklediği buymuş gibi sustu. O da güldü. Tüm içtenliğiyle tüm yüreğiyle o da güldü. Biliyordu! Elimde bir poşet dolusu ekmek vardı, aç değildim. Aslında bana uzattığı ekmek parçası değildi, yüreğiydi, yardım eliydi. O anda gördüm ışığı, labirentlerden çıkışı gördüm. Onun elini uzatmasıyla o yumuk yumuk ellerinin yardımıyla çıkmıştım karanlıklardan. Biliyordu! Herşeyi. Rolünü, görevini ve korkmuyordu. Yüreğini, yardım elini, gülümsemesini esirgemekten korkmuyordu. Mutluydu, dünyaya gelmekten, sevgisini vermekten çok mutluydu. Pişman değildi geldiğine. Tam tersine bilerek isteyerek gelmişti. Ne hayatın hiddetli akışına kaptırmıştı kendini, ne de yalnızlığın ürpertici kollarına. Tanımasa da bilmese de çekinmiyordu uzatmaktan elini. “Bana zarar verir mi? Ya kırılırsam ya üzülürsem ya öyle olursa ya böyle olursa.” diye kuruntulardan korkmadan, sonunu düşünmeden uzatmıştı ışık dolu kalbini. Tekrar gülümsedim.
Uzatılan bir ele, sıcacık küçük bir gülümsemeye bağlıdır bazen yaşamlar. Bir kişiye gülmekle onu hayata bağlayabiliriz, bizim için çokta zor olmayan bir yardım eliyle ışığı gösterebiliriz. Vereceğimiz tek bir selam, tek bir tebessüm yalnızlığı alıp götüren basit şeylerdir aslında hayatımızda. Rollerimiz de yalnızlıkta olmalı bazen. Yoksa hayatın küçük nüanslarını nasıl fark edebiliriz? Nasıl bir küçüğün yüreğini, bir annenin şefkatini, bir babanın koruyuculuğunu, bir teyzenin tatlı sözlerini fark edebiliriz. Mutluluk, aşk, hayatın anlamı sanki ayrıntılar arasında saklanmışlar gibi. Büyük beklentilerde değil küçük içten hareketlerde saklı her biri.
Korkuyor muyuz yoksa yüreğimizi başkasıyla paylaşmaktan. Korkuyor muyuz, tepki almaktan. Hala korkuyor muyuz yalnızlıktan? O anda ağaçlar yine büyüdü sanki, her şey izlemeyi bıraktı. Toprak bereketlendi ve rüzgar esti güçlüce. Eserken hafifçe kulağıma fısıldadı kimseye çaktırmadan “Yalnız değiliz!”
Yazar: Efe Elmas
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder