Tekâmül, kelime anlamı olarak ‘olgunlaşma, gelişme, evrim’ gibi anlamlara gelmektedir. Tekâmülün, ruhsal literatürde anlamı ise; Ruhun insani kâmil seviyesine ulaşması için geçirdiği aşamalar ve olgunlaşma sürecidir.
Yani tekâmül, var olan Öz’e ruhun geri dönme sürecinde ruhun kademeli olarak gelişmesidir. Bu süreçte her ruhun dünyadaki temel gayesi ve arzusu tekâmül etmek, en nihayetinde nihai evrensel bilince ulaşmaktır.
Ruhumuzun derinindeki bu gayeyi fark etmemiş olsak da, içten içe hepimiz dünyevi olaylarla başımıza gelenlerin tekâmülümüzün bir parçası olduğunu biliriz. Tekâmül etmek, ruhsal vakalardan çok dünyevi sınamalar ve dersler ile gerçekleşir. Haliyle hayatta hepimiz, aslında cezanın veya ödülün olmadığını sadece öğrenilecek derslerin olduğunu biliriz. Eğer hayatımızı iyice gözlemlersek sürekli başımıza gelen olayların arkasında almadığımız dersler olduğunu görürüz. O dersi alana kadar bu zincir sürecektir. Lakin öğrenmemiz gerekeni öğrenip ruhumuzu tekâmül ettirdiğimizde, kısır döngü kırılacak ve bir daha benzer deneyimler yaşamadan yeni deneyimlere yelken açacağızdır.
İşte bu noktada aslında hepimiz Dünyada an be an geliştiğimizin farkına sezgisel olarak ulaşırız. Ama hepimizin kendimize sorduğu ve içerisinde küçük bir sitem barındıran bir soru vardır; ‘Tekâmülün neresindeyim?’
Aslında bunun net bir cevabını vermek mümkün değildir. Zira her insanın hayat yolu ve tekâmülü kişiye özgüdür. Yani ne kadar insan varsa, o kadar farklı tekâmül süreci vardır. Bu yüzden birbirimizle benzer deneyimler yaşasak hatta bazı sorunları omuz omuza aşsak da, yine de bu yolda kendi ruhumuz ile baş başa olduğumuzu biliriz. Bu yüzden ‘Tekâmülün neresindeyim?’ sorusunun cevabını her insanın kendi keşfetmesi elzemdir. Zira tekâmül sürecinin en büyük sırrı, herhangi keskin bir kuralı olmamasıdır. Yine de eski bilgeler ve ermişler bize tekâmül sürecinin neresinde olduğumuz ilgili bazı bilgiler verebilirler. Bu bahsedilen erdemleri kazanmak, tekamül sürecinin en önemli aşamalarını geçmek anlamına gelmektedir.
Yargılamamak
Eskiler ‘Eğer yargılarsan, yargılanırsın.’demektedir. Bunun manası hiç kimsenin hiçbir insanı yargılama gibi bir lüksü ve hakkı olmamasıdır. Başkalarını yargılama hakkı ancak mükemmel bir insan olduğumuzda var olur. Lakin hiç kimse mükemmel değildir. Herkesin hataları, yanlışları ve günahları vardır. Bu süreçte başkalarını yargılamadan önce hepimizin kendimizi yargılaması şarttır. Eğer başkalarını yargılarsak, o zaman başkalarına da bizi yargılama hakkı vermiş oluruz. İşte bu kısır döngüden çıkmak için saf bir niyet ile herkesin kendi tekâmül yoluna ve özgür seçimlerine saygı göstermek zorundayızdır.
Bazen insanların yanlış yaptığını görebiliriz ve o kişiye olan derin sevgimiz, kişiyi bu yanlıştan kurtarma isteği içerisinde olmamıza sebep olabilir. Bu süreçte yapmamız gereken, kişiye kendimize göre doğru gördüğümüz şeyi uygun bir dille, sorun yaratarak değil çözüm sunarak aktarmaktır. Tavsiye verirken yargılamadan tavsiye verilmelidir. Çünkü hepimiz yargılandığımızı hissettiğimiz anda ters psikoloji ile savunmaya geçeriz. Bu da var olan yanlışları düzeltme olanağımızı elimizden alır. Yine de her zaman için bize göre doğru olan şeyin, ‘mutlak doğru’ olmadığını da kabul etmeliyiz. Zira herkesin doğrusu kendi tekâmül sürecine göre değişir. Bu süreçte bir toplumda olabilecek en tehlikeli hastalık, yargılama hastalığıdır.
Şefkat
Bazen şefkat duygusu ile acıma duygusunu birbirine karıştırırız. Acıma duygusu bir başka kişiyi küçük görmekten öte gelirken, şefkat duygusu o kişiye karşı duyulan saf sevgiden ve ileri seviyede bir empati yeteneğinden kaynaklanır. Eski öğretiler bize, şefkat erdeminden geçmeyen kişilerin tekâmülde pek ileri olmadıklarını söylemektedirler.
Eski Budist inançlarında şefkat tanrıçası Tara (Yani şefkatin bedenlenmiş hali) arhat yolunda yürüyenlere eşlik etmektedir. Arhat; Sanskritçe’de ağırbaşlı kişi demektir. Budizm’de öfke, kin gütme, bilgisizlik ve benzeri negatif titreşimli duygulardan arınmış ve kusursuzluğa ulaşmış kişiler için kullanılan bir terimdir. Arhat tekâmül son basamağına gelerek Nirvana’ya yaklaşan kişidir. Yani tekâmül zincirini kırmış, tekâmülünü tamamlamış insani kâmildir. Arhat olmanın yolu ise en temel olarak şefkatten geçer. Aynı süreci tasavvufta da görürüz. Allah’la bir olmayı, bütünleşmeyi dileyen kimsenin öncelikle şefkat sürecinden geçmesi şarttır.
Mahayana Budizm’de en büyük erdemin şefkat olduğu öne sürülür. Bu yüzden tüm doğaya ve canlılara sonsuz bir şefkat duygusu olmadan reenkarnasyon zincirinden çıkılamayacağına inanılır. Haliyle Mahayana Budizm öğretine inananlar, büyük bir tevazuyla, bütün varlıklar tekâmül etmeden tekâmüllerini tamamlamayı reddederler. İşte bu fedakârlıkla gelen aydınlanmaya da Bodhisattva denmektedir. Yani, aydınlanmış ama başkalarını aydınlatarak tekâmül etmelerini sağlamak amacıyla dünyaya gelmeye devam eden kişi.
Başkalarına karşı şefkat gösterme erdemi, koşulsuz sevgiye atılan en temel adımdır. Aynı zamanda bu affetme eylemini de beraberinde getirir. İlerisi koşulsuz sevgi deneyimidir.
Affedicilik
Öfkeli olduğumuz birini affetme eyleme, kulağa oldukça itici gelebilir. Çok kızdığımız birini affetmeyi düşündüğümüz anda egomuz ciddi bir çıkış yapar; ‘Ama o bana bunu yaptı…’ Aslında affetme dediğimiz şey, gidip kişinin yüzüne ‘Seni affediyorum!’ demek değildir. Kastedilen şey, kişiyi kalbimizde affederek kendi yoluna gitmesine izin vermektir.
Yaşam içerisinde ilişkide olduğumuz insanlarla sürekli bir bağ halinde oluruz. Fark etmesek de en güçlü bağı affedemediğimiz insanlar için kurarız. Bunun iki olumsuz tesiri vardır: İlki affedemediğimiz kişiyle güçlü bir enerjisel bağ kurduğumuz için o kişiyi sürekli tekrar hayatımıza çekeriz. Kişi tekrar hayatımıza girdiğinde ise kızar ve öfkeleniriz, hâlbuki o kişiyi hayatımıza geri çağıran bizizdir. İkinci durum ise affedemediğimiz insanlarla olan bağların bizim tekâmülümüzü engellemesidir. Bu aynı, gemiye atılmış yükler gibidir. Gemide ne kadar fazla yük varsa, okyanusta yol olması da o kadar zor olacaktır. Bu yüzden tekâmül sürecinde hızlı ilerlemek istiyorsak ve affedemediğiz haliyle hayatımızdan çıkarmak istediğimiz insanların tekrar tekrar hayatımıza girmesini istemiyorsak, o kişileri gönülden affetmeliyiz.
Affetme çalışması aslında oldukça basittir. Bunu yapmak için illa kişiyle yüz yüze konuşmanız gerekmemektedir. Yine de affetme çalışmasını her yaptığımda, sorunlar mucizevi bir şekilde konuşarak veya karşı tarafın özür dilemesi ile (tabi haklılık payı olan taraf bensem) çözüme kavuşmuştur. Eğer o kişinin bana kattığı bir şey yoksa, yani aradaki bağ bütünün hayrına değilse, o kişi hayatımdan uzaklaşmıştır. Yine de bu çalışmayı yaparken kimin haklı kimin haksız olduğu kısmını unutun. Bunu özgürleşmek için yapıyorsunuz. Ve siz affetme çalışması ile çevrenizdekileri affetmeye başladığınızda, bu karakterinizin bir parçası haline gelmeye başlar. Böylece her daim özgür kalmayı başarabilirsiniz.
Bu çalışmayı normalde Reiki eğitimlerinde kişilere sunuyoruz. Çünkü Reiki çalışmalarının temeli de dengeyi sağlamak ve özgürleşmektir. Bu öncü çalışmalar, reikinin akışını güçlendirmektedir.
Öncelikle affedemediğiniz insanların bir listesini çıkarın. Bu listeyi aklınıza biri gelmeyene kadar sürdürün. Burada öfkeniz ne kadar fazlaysa, affetmeniz o kadar zor olacaktır, o zaman affedene kadar meditasyonu birkaç gün sürdürün. Burada koparılan bağlar göbekten yapılan gereksiz ve dünyevi bağlardır. Zaten ulvi bağlar taç çakra ve kalp çakrasından kurulduğu için bu çalışmayı kızgın olduğumuz annemize, babamıza, akrabamıza hatta kendimize bile yapabiliriz. Herhangi bir sorun oluşturmayacaktır.
Öncelikle bir mum ile tütsü yakın. Bu sizi rahatlatacak ve odaklanmanızı arttıracaktır. Tüm depresif duygularınızdan arının ve zihninizi boşaltın. Birkaç kez derin derin nefes alıp verin. Sonra kendinizi bir sandalyede otururken imgeleyin. Karşınızda bir sandalye daha olduğunu görün ve orada da affedemediğiniz kişinin oturduğunu zihninizde canlandırın. Şimdi ikinizin göbek çevresinde yaptığınız dünyevi bağları görün. Bunlar lif lif ipliksi şekilde birbirinizin göbeği arasında olan bağlar şeklinde görülürler. (Göremezseniz de imgeleyebilirsiniz.) Elinizde mavi bir kılıç imgeleyin ve bu mavi kılıçla tek tek tüm lifleri, bağları koparın. Aynı işlemi karşıda oturan kişide mavi bir kılıçla yapsın. Bütün bağları kestiğinizi tam olarak hissettiğinizde ve bunu imgelediğinizde, kalkıp yerden kesilen bağları toplayın ve köşede yanan mor bir alev içerisine atarak, bağların nasıl yandığını görün. Bağların yandıkça o kişiyle ilgili öfkelerden özgürleştiğinizi hissedin. Artık sizi ona bağlayan ve ilerlemenizi engelleyerek enerjinizi tüketen negatif tesirli dünyevi bağlar yok. Sonra sandalyenize imgeleyerek oturun. Karşıdakine içinizden hissederek şunları söyleyin:
‘Seni affediyorum
Senden özür diliyorum
Seni seviyorum
Seni kutsuyorum’
Bunu hissederek üç kere tekrarlayın. Sonra o kişide ayağa kalksın ve size aynı şeyleri üç kere söylesin. Meditasyonu bitebilirsiniz. Bunu yaptığınız anda o kişiyi tekrar düşünün ve o kişiye karşı hiçbir nefretinizin olmadığını göreceksiniz. Eğer kızgınlığınız, nefretiniz devam ediyorsa geçene kadar tekrarlayın.
Sevginin gücü
Sevgi, bazı ermişlere göre, evrenin yaratılmasının temel sebebidir. Aşk, tüm varoluşu yaratan temel güçtür ve tekrar aşk ve sevgi ile varoluşun özüne yani Kadiri Mutlak Yaratan’a ulaşabiliriz. Ama bu süreçte sevmeyi –en önemlisi koşulsuz ve çıkarsız sevmeyi- öğrenmemiz gerekmektedir. Bu sevme süreci bir taştan, bir hayvana ve tüm insanlara kadar tüm varoluşun içindeki nesneleri kaplamalıdır. Zira var olan her şey O’nun bir yansımasıdır, bu yüzden var olanları sevmek aslında kendi ruhumuzda var olan her şeyi sevmek demektir.
Vakti zamanında ermişin biri sürekli yanında bir taş taşırmış. Taşla her gün konuşurmuş, onla yatarmış ve sürekli taşla ilgilenirmiş. Taşa o kadar büyük bir ilgi gösterirmiş ki, en nihayetinde halktan biri bu deli dervişe, taşa gösterdiği ilginin nedenini sormuş. Derviş; “Eğer bu cansız sandığımız taşı bile sevmeyi öğrenirsem, belki o zaman tam anlamıyla insanları da sevmeyi öğrenebilirim” diyerek yanıtlamış. İşte bu süreç, tüm kâinatın her zerresini sevmeye giden yoldur.
Eski tasavvuf dergâhlarında kişiye koşulsuz sevgiyi öğretmek için ‘Ya Vedud’ esmasının zikri öğretilirdi. Eğer bu zikri düzgün yaparsanız, belli bir süre sonra tüm kalbinize muhteşem bir ilahi aşkın dolduğunu hissetmeye başlarsınız. Bu sevgi o kadar ilahi ve yoğundur ki çevrenizdeki her şeyi sevmeye başlarsınız. Gördüğünüz bir taşı, ağacı, o sırada çevrenizde olan insanları, kısaca gördüğünüz her şeyi… Bu aşk-sevgi o denli saf ve yoğundur ki sanki bir anlığına tüm kâinatı kalbinizde hissederseniz. Kalbiniz kâinatın koşulsuz sevgiyi barındıran kalbiyle aynı ritimde atmaya başlar. İşte bu gerçek aşkın yani koşulsuz sevgi deneyiminin biz insanların yaşayabileceği küçük bir kısmıdır. Ya Vedud esmasının zikrindeki en büyük sır, esmayı ağızla değil gönülle zikretmektir. Bunun için önce esmayı ağızdan zikretmeye başlar sonra yavaşça kalp çakranıza indirir ve kalben esmayı zikretmeye başlarsınız. İşte bu kalben zikretme sürecinde ilahi aşkın tezahürünü yaşayabilirsiniz.
Tasavvuf öncesi antik bilgeliklerde bu ‘Venüs’ gezegeni ile ilgili çalışmalarla gerçekleştirilirdi. Venüs aşkın ve sevginin gezegenidir ve Venüs gezegenin saatinde aşk tesirlerini hissetmeye başlarız. Eskiden koşulsuz sevgi deneyimi için Cuma gününün ilk saatlerinde, Venüs ritüeli gerçekleştirilir ve evrenin sevgi enerjisi kalp çakrada hissedilirdi.
Kültürden kültüre değişse de sevgi hissiyatı değişmemiştir. Bu ilahi sevgiyi tetikleyecek şeyler; zikirler, mudralar, mantralar, insani aşk, hayvan sevgisi, müzik (özellikle ilahi), şarkı söylemek gibi eylemlerdir.
Olumlu Düşünmek
Bence olumlu düşünme kısmı bu kavramlar arasında en yanlış anlaşılan kısımdır. Olumlu düşünmek demek, kendini olumlu düşünmeye ‘zorlamak’ demek değildir. Olumlu düşünme eylemi, hayatın gidişatı için her işin bir hayrı olduğunu içsel olarak bilmek ve her şeye rağmen iç huzuru yakalama eylemidir.
Bu noktada en tehlikeli durum, bir konu hakkında kendimizi olumlu düşünmeye zorlamaktır. Başımıza kötü bir durum ve kötü düşünceler geldiğinde, kendimizi olumlu düşünmeye zorlarsak, bu olumsuz düşünceleri bilinçaltında ‘bastırmış’ oluruz. Ve bilinçaltı seviyesinde bastırılan her duygu ve düşünce artarak eylemlere dönüşmek ister. Bu da bilinçaltının biz farkında olmasak da sürekli bastırdığımız negatif düşünce yayılımı yapması ve hayatımıza felaketleri getirmesi demektir. ‘O kadar olumlu düşünüyorum ama yine de başıma geldi.’ dediğimiz anlar genelde gerçekten olumlu düşünmediğimiz sadece kendimizi zorlayarak olumsuz düşünceleri bastırdığımız anlardır.
Haliyle yapmamız gereken öncelikle olumsuz bir durumda kendimizi olumlu düşünmeye zorlamamaktır. Bırakın enerji serbest kalsın, birkaç dakikalığına olumsuz düşünmenin bize verdiği hazzı yaşayalım (Birçoğumuz olumsuz düşünmekten haz alırız, bu egosal ve doğal insani bir durumdur.) Böylelikle enerji serbest kalsın. Bundan sonra yapmamız gereken yavaşça sakinleşip, o serbest kalan enerjiyi ‘bastırmak’ değil ‘dönüştürmektir’. Dönüştürme işlemi esasında olumsuz düşünceyi bastırmaktan çok daha kolaydır. Tek yapmamız gereken, önce olumsuz düşünceyi önemsemeyerek, düşünce frekansının güçlenmesini engellemektir. Ardından var olan olayın olumlu taraflarına odaklanarak, olayın arkasındaki hayrı görmeye çabalamaktır. Olayın arkasındaki hayrı gördüğünüz an, enerji negatiften pozitife dönüşmeye başlar.
Bir örnek vermek gerekirse; sabah erkenden kalktık ve kahvaltı için çay koymaya gittik. Lakin çay üstümüze döküldü, ardından arabanın anahtarını bulamadık ve acil bir toplantıya yetişmemiz gerekiyor. Kısacası tam bir kaos anı. O an düşündüğümüz ilk şey ‘Sabah güne kötü başladım, her şey kötü gidiyor, her şey daha da kötüye gidecek’ olacaktır. Eğer bu düşünceye odaklanırsak veya ‘olumsuz düşünmemeliyim olumlu olacak her şey güzel olacak’ şeklinde bu düşünceyi bastırmaya çalışırsak tüm günümüz kaotik geçecektir. Bunun yerine ilk yapmamız gereken, önce derin bir nefes alıp vermek ve ‘Evet kötü bir başlangıç yaptım ama bunu iyi bir başlangıca çevirmek benim elimde’ düşünce kalıbına odaklanmaktır. Eğer olumsuz düşünceyi serbest bırakırsanız, onu dönüştürmenin ne kadar olay olduğunu göreceksinizdir. Ardından hemen sizi mutlu eden bir şey yapın, mesela bir çikolata yiyin. Sakinleştiğinizde tüm bu kaotik şeye neyin neden olduğunu düşünün; rahat uyuyamadınız mı ya da toplantı için panik halinde misiniz? Gerekli kaotik duyguyu bulduğunuzda, enerji olumluya dönmeye başlayacaktır. Çünkü siz görmeniz gerekeni görmüşsünüzdür.
Bu süreçte zihni sürekli kontrol etmek çok önemlidir. Ne olursa olsun olumsuz enerjiyi (düşünceyi) bastırmak yerine serbest bırakarak dönüştürmek oldukça önemlidir. Belli bir süre sonra olumlu düşünme durumu otomatik gerçekleşmeye başlayacak ve en olumsuz anlarda bile hayra odaklanarak düşünceyi değiştirebileceksinizdir.
Kendini Gözlemlemek
Bu temel erdemler tasavvufi bilgilere ve eski bilgeliklere göre, tekâmül basamağının en önemli kademeleridir. Bu duyguları ve felsefeleri ne kadar hayatımıza geçirebildiğimizi gözlemleyerek kendi tekâmülümüz konusunda bir fikir edinebiliriz. Eğer bunlar içerisinde eksiğimiz varsa, zaten hayat doğru erdemleri öğrenmemiz için gerekli fırsatları bize sunacaktır. Sürekli farkındalık halinde kalıp, gelen deneyimleri sevgiyle kabul edip yol almalıyız. Bu deneyimler bize en önemli erdemleri öğretmek ve hayatımızda bu erdemlerle yaşar hale getirerek, kişiliğimizin bir parçasını oluşturmamızı sağlayacaktır. Böylelikle adım adım tekâmül sürecini acısıyla, neşesiyle ama her daim bir şeyler öğrenerek sürdürebiliriz.
Gözlemleme sürecinde öncelikle samimi üç arkadaşınıza sizin hakkında olumlu ve olumsuz özellikleri yazmalarını isteyebilirsiniz. Onların yazdıklarına bakmadan önce siz de kendinizle ilgili olumlu ve olumsuz özellikleri bir kâğıda yazın. Ardından karşılaştırma yaparak bunun üzerine tefekküre dalın. Bu sırada arkadaşlarınızın ne yazdığı ya da başkalarının sizde ne gördüğünü çok fazla önemsemeyin, zira her zaman doğru bir görüş olmayabilir. Yine de dışarıdan birinin size bakışı kendinizle ilgili bazı ipuçları yakalamanızı sağlayabilir.
Kağıda olumlu ve olumsuz özellikleri yazdıktan sonra, bir Pazar akşamı derin bir meditasyon yapın. Zihninizi boşaltın. Ardından kendinizi karşınızda hayal edin. Kendinize sorular sorun, karşıdaki siz de cevap versin. Bu içsel sorgulama süreci sonucunda, kendinize bir hafta boyunca dışarıdan gözetleyeceğinizi söyleyin. Bu telkini ve olumlamayı kendinize yaptıktan sonra, bir haftanızı sürekli kendi eylemlerinizi gözlemleyerek geçirin. Ne kadar sıklıkla insanları yargılıyorsunuz? Şefkat gösterdiğiniz kaç kişi oldu? Sevmediğiniz ve affetmediğiniz insanlar kimler ve onda-kendinizde ne tür hatalar görüyorsunuz? Olumsuz geçen günlerin olumsuz geçme sebepleri neler? Gibi soruları sürekli sorarak ve her günün sonunda gününüz gözden geçirerek bir haftanızı objektif olarak dışarıdan kendinizi gözlemlemeyle geçirin. Böylelikle bu kıstaslar eşliğinde tekâmülün neresinde olduğunuz ve gelişim için neler yapabileceğiniz ile ilgili bilgileri toparlayabilirsiniz.
EY YÜCE YARATICIM "ALLAH'IM) Ne kadar güzel yazılmış ve Çok Çok güzel Hazırlanmış bir sayfa Ellerinize Yüreğnize sağlık versin iNŞALLAH AMİN
YanıtlaSil