Çarşamba

Kevser Yeşiltaş Yalçın ile İslam Ezoterizmi

YAZAR:EFE ELMAS
Sınır Ötesi Yayınları’ndan çıkan ve Türkiye’de çok satanlar listesine oturanKuantum Gizli Öğretisi ve En-el Hak Gizli Öğretisi-Hallac-ı Mansur isimli kitaplarıyla tanıdığımız Kevser Yeşiltaş Yalçın, şimdi de Nilüfer Dinç ile birlikte kaleme aldığı Bâtıni Mevlana isimli kitabıyla İslam Ezoterizmi’nin en önemli isimlerini mercek altına alıyor.
Bâtıni Mevlana kitabı adeta bizi Hz. Mevlana’nın derin bilgeliğine götürüyor ve bilgeliğin enerjisi ruhumuza doluyor. 2009′dan beri İndigo Dergisi yazarı olan Kevser Hanım’ın ruhundan akan bilgiler, Mevlana’yı anlamımızı sağlayacak gizli anahtarları bize veriyor.
 

Röportaj: Efe Elmas

Efe Elmas: Kevser Hanım öncelikle bu güzel kitap için sizleri kutluyorum. Kitabın ve Mevlana’nın enerjisi sizin aracılığınızla bizi alıp götürüyor. Ama bir okuyucu kitabı eline aldığında ilk olarak şunu merak ediyor; Birçok Mevlana ile ilgili kitap var. Bu kitabın sizce diğer Mevlana ile ilgili kitaplardan farkı nedir?
Kevser Yeşiltaş Yalçın: Merhabalar Efe Bey. Öncelikle Bâtıni Mevlana kitabı ile ilgili röportajınızdan dolayı sizlere kendim ve diğer yazar arkadaşım Nilüfer Dinç adına teşekkür ediyorum.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, İslam Ezoterizmi’nin en önemli isimlerinden biridir. Ancak onun Bâtıni yönü geniş kitlelerce hiçbir zaman anlaşılamamıştır. Onun Bâtıni yönünü anlayabilmek için günümüze kadar gelen eserlerinin üstündeki örtünün kaldırılması şarttır. Aksi takdirde o büyük Bâtıni öğretinin sırlarına nüfuz edilemez. Sözlerinin üstü örtülü olduğunu bizzat kendisi de şöyle açıklamıştır. “Halka bundan fazla söylemeye imkân yok… Akılların alacağı kadar aşağı mertebeden söylemekteyim.” Müritlerine de yine aynı öğütte bulunmuştur:
Madem ki duyuyor düşünüyor, seziyorsun… Büyük hakikati bulmak için gönlünü ve idrakini yoracaksın… Duyduklarını ve bulduklarını söyleyeceksin… Sen söylemezsen, ruhunun vasıl olduğu sırları, şiirlere, sazlara, sema’lara söyleteceksin… Bütün bunları dahi söylenemeyecek ölçüde büyük sırlara erdiğin zaman ise… İşte o zaman susacaksın! 
Bâtıni Mevlana kitabında, biz daha çok üstü örtülü kelimeler üzerinde durmaya çalıştık. Gerçekten ne anlatmak istediğini ezoterik bilgiler ışığında ele alarak, daha üst seviyeden yani dünyasal etkilerin daha minimuma inip, dünyasal yorumların daha ötesinde, Bâtıni manaların üzerinde durup yorumlamayı hedefledik. Ve ortaya Mevlana’nın Bâtıni yönünü ele alan bir araştırma kitabı çıkmıştır.
Daha önce Enel Hakk kitabınız ile Hallac-ı Mansur’a değinmiştiniz. Yakın bir zamanda başka bir dervişin Bâtıni yönünü ele almayı düşünüyor musunuz?
Hallac el Mansur, Ene’l Hakk Gizli Öğretisi kitabı, farklı bir tarzda yazıldı. Çünkü O’na ait fazla bir kaynak maalesef yoktu. Daha doğrusu kendi yazdığı eserleri imha edildiği için günümüze gelen ”Tavasin” kitabının orijinalinden İngilizceye çevrilmiş nüshalarından faydalandım. Anlaşılması çok zor, anlaşılsa dahi üzerinde yorum yapılabilmesi hatta bunu sözcüklerle aktarılabilmesi en zor sufiler’dendir.
Şu an henüz hazırladığım bitme aşamasında olan ve yakında çıkacak olan kitap, “Bâtıni Daisi” olan Hünkâr Hacı Bektaş Veli ismi ile tanınmış sufi’ye aittir. Hacı Bektaş Velinin Bâtıni yönünü anlatan bir kitap olacaktır. Özellikle anlaşılması çok güç olan Makalat kitabının Bâtıni yönünü ele almayı hedeflemiştir. Kitapta ayrıca, kerametleri ve hayatı da anlatılmıştır.
Bâtıni Daisi kitabınızı merakla bekliyoruz. Kitabınızda merak ettiğim diğer bir nokta, kitap içinde Tasavvufi eğitimler bölümünde aralara, bu eğitimleri çok güzel aktaran öyküler serpiştirilmiş. Bu öyküleri siz mi yazdınız?
Evet güzel bir soru yönelttiniz teşekkür ederim. Biz kitabı hazırlarken, içinde öykülerinde yer alması ve kitabın daha anlaşılır olabileceği teklifini getirmiştim. Hikâyeleri yazıp gönderdim beğenildi ve kitapta yer aldı. Gerçeğe uygun olmasına özellikle dikkat etmeye çalıştım.

‟Aşk hiçbir zaman teklik değildir: ancak iki ile tecelli eder”

Öyküleriniz sayesinde kesinlikle o bölümleri idrak etmek ve içselleştirmek kolaylaşıyor. İçimi titreten hikâyelerdi. Bir de kitapta özellikle Mevlana ve Şems’in birbirine ayna oluşu ve ilahi aşkı buluşlarını çok güzel anlatmışsınız. Birçok sufiye göre sizce Mevlana’nın tesirlerini Dünya’ya bunca yayılmasının sebebi Şems ile buluşması mıdır?
Divan Kebir anlatımlarında Şems bir sevgili, bir güneş, ilahi bir Nur idi. Şems, Mevlâna’nın gönlünde, zahiri olan Hak idi ve Hakk’ın bir yansıması idi. Bir âlim iken, Şems ile aşkı doyasıya akıtan bir Pir hâline dönüştü, başkalaştı. Çünkü AŞK hiçbir zaman teklik değildir. İlahi Aşk ancak iki ile tecelli eder.
Şems gelir Mevlâna’nın yüreği aydınlanır, kör olur maddeye bakan gözleri de, mana gözleri ile görür her zerreyi, her zerredeki Aşkın görkemli muhteşemliğini. Söylenecek tüm sözlerin tükendiği zamanda doğar Şems güneşi Mevlâna yüreğine, bir ateş gibi düşer, açığa çıkar, Aşk zerreleri ve dağılır dünyamıza. Her bilgi, Şems değerine, gerçek değerine ulaşır. Âlim iken bir Aşk insanı olur Mevlâna. Tüm benliği, ilahi benlik içinde yok olur, erir gider. Tüm insanlar bir olur gönül gözünde. O göz ile çağrı yapar tüm insanlığa. Beden kadehini İlahi Aşk’ın nuru ile doldurur, akıtır besler dünya maddesini ve insan zihinlerini. Yeni tohumlar yeşerir tüm bedenlerin titreşimlerinde. Her bir hücre aşk ile doğar. Ancak insan öylesine nefsaniyet ile doldurmuştur ki beden kadehini, yer bulamaz Aşk, açığa çıkamaz. Mevlâna tüm eserlerinde nefsaniyetini yenmenin Aşk ile dolu olmanın ancak kurtuluşa ve uyanışa götüreceğini de önemle vurgulamıştır ve biz de kitabımızda buna açıkça yer vermeye çalıştık.
Peki diğer dervişlerde mesela Bektaşi Veli’de ya da Hallac-ı Mansur’da Allah aşkını uyandıran bir “şems” var mıdır? Yoksa onlar kendi kendilerinin “şemsi” mi olmuşlardır?
Bâtıni Mevlana kitabında, bir bölümü bu konuya ayırdık. Karşıtlar Kavramı: İkinin İkincisi adı altında. Çünkü Hz. Mevlana’nın da önemle üzerinde durduğu bir konu olmuş bu konu. Şems’ten önce ve Şems’ten sonra Mevlana’nın akışlarında büyük bir değişim olduğu eserlerinde göze çarpmaktadır.
Senin gözün ve dilin, benim gözüm ve dilim oldu. Aramızda artık ikilik kalmadı.  (Divan-ı Kebir: c. III, 1610)
Aşk ile aşık candan birdirler. Aynı canı taşırlar. Sakın sen onları iki sanma, ayrı sanma!  (Divân-ı Kebir c. I, 375)
Hiç kimse aşkın tek başına sahibi olamaz. Biri tennuru ateşlemeye, diğeri harlı kalmasına neden olandır. Çiftler, eşler, ikilik kavramları bizim kâinatımızın tecellisidir. Biri olmadan diğeri olamaz. Ancak kâinatta da iki varlıktan söz edilemez. Bunun için iki olan, tekliğin bütünlüğü ve yansımasıdır. İki olarak görünen, Birliğin görünür hâle gelmesinden başka bir şey değildir. Çünkü dünyasal gözlerimiz ancak İkiyi görür, Biri göremez. İki görünür olandır. Çünkü iki, karşıtlıdır, özünde karşıtı taşır. Birbirini dengeler. Bu dengeleme sonucunda algılarımızda şekil olarak görünür.
O aşkı akıtmaya bense doldurmaya geldim. O aşk-ı çeşme, bense kadehi. (KA’yıb)
Eşitlik ve denklik bu karşıtlardadır. Her şeyin bir karşıtı vardır. Karşıtsız hiçbir şey var olamaz. Yaratımın özünde karşıt mevcuttur. Öz varsa Cevher de vardır. Biri kaynaktır diğeri dengeleyen, gelişen, tekâmül eden ve aktarandır. Her ikisi arasında, algılarımızın çok ötesinde bir alışveriş mevcuttur. Bu alışverişten her ikisi de yararlanır. Ve tüm kainat, görünen görünmeyen her şey bundan beslenir.
Bu yüzden etrafta Şemsler vardır. Ancak Şems gibi olanlarda Hakk’ı gören Mevlânalar yok denecek kadar azdır. Dünya meşgaleleri, gözlerimizin ve kulaklarımızın perdeleri buna müsaade edecek diye bir şey söz konusu değildir. Uyanış her daim olabilir. Sadece algıladığımız evrenin gerçek olmadığını anladığımız vakit gerçekleşecektir.
Hallac-ı el Mansur, ”İnsan, zahiri bedenini fark ettiği an ölümsüzleşir, her daim diri olur.” demiştir. Ene’l Hak Gizli Öğretisi kitabında bunun açıklamasını uzun olarak yaptık. O zahiri bedeni fark etmesi için bir Şems’e ihtiyacı vardır, bu da karşıt ve ikili yani dualite kavramını ortaya çıkarır. Yansımalarla ancak kendi zahiri bedenini fark edebilirsin. Yoksa zahiri yani görünen beden içinde olduğunu fark edecek bir akıl ve vicdan birliğini yansımalardan alabilirsin. Herkes birbirinin aynasıdır sözü buradan gelmektedir.
Elbette sorunuzda bahsettiğiniz Sufiler de kendilerini yetiştiren hocalarından etkilenmişler ve düşünce tarzlarını devam ettirmişler ya da kendi ruhlarından gelen kaynaktan da beslenmişlerdir. Yine de Hz. Mevlana ve Şems diyalogları gibi belirgin bir isim kaynaklarda belirtilmemiştir. Hacı Bektaş Veli ile ilgili araştırmalarım devam ediyor. Tüm bilgileri yeni hazırlanan kitapta, elimden geldiğince aktarmaya çalışacağım.
Ayrıca sormadan geçemeyeceğim sizlerde kitabı ele alırken AŞK ile yazmışsınız. Bu akışı nasıl yakalıyorsunuz? Nilüfer Hanımla ortak bakış açısıyla kitabı ortaya çıkarmışsınız, bu da güzel bir uyum gerektirir sanırım.
Ene’l Hak Gizli Öğretisi ve Bâtıni Mevlana kitapları ile ilgili çok fazla e-posta, mesaj ve telefon alıyorum. Yorumlar ve aktarımlar daha çok “Aşk ile yazılmış” ifadesinde birleşiyor. Elbette okuyucunun yorumu ve ifadeleri çok önemli. Okuyan ve bunu hisseden herkese tek tek gönülden teşekkürlerimi sunarım.
O akışı yakalamak ifadesinin açılımını sözcüklerle tarif etmek imkansız hatta kelimelere dökülse fazla bir mana ifade etmeyecektir. Çünkü kelimelerin yetersiz kaldığı bir açıklama olacaktır. Yine Hz. Mevlana’nın dediği gibi, Aşk içinde olmak ya da Aşk akışını yakalamak için şu sözü en uygun mana içerecektir.
Aşk ilahi bir aynadır.  (Divân-ı Kebir c. IV, 1196)
Nilüfer Dinç hanımefendi ile müthiş bir uyum içinde olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü bâtıni bir sufinin öğretisini ele almak, ne anlatmaya çalıştığını bâtıni yönünü yorumlayıp anlayışa uygun hale getirmek, çok büyük bir sorumluluk istiyor. Kaldı ki, tasavvuf edebiyatı, en zor anlaşılan olmuştur bugüne kadar. Bizim yapmaya çalıştığımız, uyum içerisinde, zor olarak nitelendirilenin, en uygun anlayışla yorumlayarak, fakat aslına da sadık kalarak bir kitap hazırlamaktı.
Kitabın “Akıl ve Bilgi” bölümünde bilginin gönle aksedilmesi, gönülde nurlandırılması gerektiğinden bahsetmiş Mevlana. Peki, bilgimizi gönülle nasıl nurlandırabiliriz?
Akıl rehberdir. Vicdan yani gönül de rehberdir. Akıl süzgecinden geçtiği kadar vicdan süzgecinden de geçen bilgi ancak idrak edilir. Sadece akıl ve sadece vicdan değil, her ikisinin de rehberliği çok önemli. Nefs burada bertaraf ediliyor. Nefs sadece bedensel ihtiyaçlar oranında “ölçülü” kalmalıdır. Oysa günümüz insanlığı tamamen “nefsaniyet” boyutunda hareket etmekte.
Akıl ve vicdan birliği, Tanrısal boyuta en yakın boyuttur. (Tanrı kelimesi Tengri kelimesinden gelmekte ve öz Türkçedir. Hristiyanlıkla bir bağlantı içermez.) İnsan prototipinin en önemli özelliğidir. Yaratımında, kendisine verilen ruh ve kudrettir.  Âlemlerin rabbine ulaşan tek yol vicdan yani gönüldür. Çünkü ayette der ki “yakınım”kudretle yoğurur, ruhundan üfler, aşağıların aşağısına atar. “Akrebu”dur, şah damarından yakındır. Sonra yine döndürür aslına. Kendinden kendine olan bu seyirde her daim diri ve uyanık, hatırlayan, açanlardan olalım diye. Ve Yaratıcı ile Kul arasına hiçbir şey girmez. İşte bu yüzden gönül, Âlemlerin yaratıcısına açılan bir yoldur. Akıl zaten en başta verilendir. Burnundan üflenen, bizim amacımız, işte o vicdan ışığını yakabilmek. Nasıl yakılır? Ancak akıl ile.
Akıl bir melekedir. En önemli cevherdir. En büyük hazinedir. Bizden üst boyutta olan tüm ilahi varlıklar da, insanın bu özelliğine kavuşması için vazifelilerdir. Yardımda bulunurlar. Aklın anahtarı ve gönül ışığını yakabilmeleri için. Her an her saniye yanımızdalar ve yardımlar.
Anahtar nedir?
Kapı var mıdır?
Kapı vardır. Ancak kapı önünde beklediğimiz değildir. Zaten kendimizizdir. Kapı da biz anahtar da biz… Kapı açılır ancak içten içe genişler. İçten dışa değil. Nokta büyümez ancak içsel olarak genişler ve kâinatı kapsar. Oysa zerre kadar nokta olarak zahirde yani görünende kalır. Oysa batında kâinat kadar geniştir. Tasavvuftur yani içsellik. İçe yolculuk.
İçe yolculukta en önemli rehber ‘AKIL”dır.  Çünkü zaten ona sahibiz. Kullanmak ya da kullanmamak insanın elinde. Ama sahiptir.
Akıl melekesi rehberliğinde, içsel yolculukta edinilen tüm deneyimler “vicdan” yani gönül yolunu açar ve oradan tüm ilahi varlıklara ulaşır. Gönül ışığını yakanlar sıddk olanlardır. Çünkü kuranda “sadıklarla beraber olun” der. Sadık olun demez. Sadık olunmaz, sadıklarla beraber olunur. Sadık olunmaz çünkü nefsaniyet vardır. Ancak kontrollü ve ölçülü olmak zaten sadıklardan olma yolunda ilk adımlardır. Her görünenin görünmeyeni vardır. Biz şekille meşgulüz. Çanağın dışını yıkar dururuz. Oysa içi cerahatle dolu olan çanağın dışını binlerce kere yıkasan ne olur ki. İçe nüfuz etmeyen arındırılmayan hep “aynı” kalır. Değişmez.
İçi dışı bir etmezsen “İnsan” olamazsın. “Hayvansal dürtülerle” hareket eden bir canlı olunur.
Herkes bir bedene sahiptir ve kendini İlahlaştırıp Tanrılaştırmaktadır. Biz Tanrılaşmayı bırakıp önce “İNSAN” olma yani erdemli insan vasfını elde edebilmek için gelişmeli ve uyanmalıyız.
Bunun için de bilgi ile Aklımızı ve Vicdanımızı birleştirerek “Sevgi” ile, “Can”a, “Ruha” ulaşalım. İnsan Sevgi gerçekliğini tamamlaması gerekir ki ruha sahip olabilsin.
Kader dönüm noktalarından ve buradan yayılan enerjilerin kaderimizin seyir ettiğinden bahsetmişsiniz. Burada ki yayılan enerjiyi değiştirmemiş mümkün mü? Yoksa bu enerjiye boyun mu eğmeliyiz?
Doğum ve ölüm, tüm dünya insanlarının değişmeyen ortak kaderidir. Toplumsal olarak ortak paydası olan bir kelimedir kader. Herkesin anlayabileceği bir anlam içeriyor olması nedeniyle, kader kelimesi kullandık kitapta. Yoksa, kader, hayat plânı, doğmadan önce belirlenmiş hayat plânı, seçimlerin ortak alanı da diyebiliriz.
Tahayyül bile edemeyeceğimiz, geniş bir perspektifte yapılan seçimler, kapalı şuurla algılanması en zor nedenleri oluşturur. Ruhsal boyutta yapılan seçim, dünyasal boyutta kader olarak yorumlanır. Oysaki seçen de yaşayan da bizizdir. Açık şuurla yapılan seçimler, dünyada kapalı şuurla sanki ilahi bir Yaradanın istekleri doğrultusunda seçimleri yaşamak olarak algılanır.
Kaderin ağlarını, ancak Aşk makası ile kesip, Sevgi kanatları ile aşabiliriz.  (KA’yıb)
Geleceğin kader dönüm noktalarının basıncı vardır, grizu patlaması gibi. Biriken enerjinin basıncıdır bu. O basıncı boşaltmanın birkaç yolu var, eskiler başımın gözümün sadakası diye eski eşyalarını hibe ederlerdi. Yine birtakım talihsiz olayları üst üste yaşadıklarında “bir uğursuzluk var, hayırlara vesile olsun” diyerek sadaka verirler, zekat verirler, birkaç çocuk sevindirirlerdi. Gelecek dönüm noktalarının basıncını boşaltmanın bir yolu da insanlara iyilik yapmaktır.
Bu dönüm noktalarının yarattığı basınç bize hisler, rüyalar, sezgiler ya da ufak uyarılar tarzında gelir. Her insan, inancına göre farklı algılamalar yaşar. Uyarılar yapılır dedik, evrenin bizimle konuşma dili olaylardır. Yaşadığımız olayları takip etmek, bizi uyanıklığa götürecek adımlardan sadece biridir.
Yine KA’yıb’dan bir söz paylaştınız. Bunu kitapta da bolca görüyoruz. Nedir bu “Ka’yıb”, kimdir?
Evet, KA’yıb kelime manası ile ilgili çok fazla paylaşımım oldu. Yeri geldikçe yazdığım kitaplara, bölümler arasına fazlasıyla yerleştirilmiştir. KA’yıb, benim kendi hislerim ve esinlenmelerim sonucunda ortaya çıkmaktadır. Ve bu paylaşımları bu kelime adı altında topladım. Manasını açıklamak gerekirse şöyledir:
Her birimiz çok önemli kayıplarız ve yalnızız, bu dünyada olduğu kadar bu evrende de yalnızız, çünkü yalnız olmayı seçiyoruz. Yön duygumuzu kaybetmişiz, ne yaptığımızın farkında değiliz. Karanlıkta el yordamıyla arayışlarımız kısır döngü içerisinde ve yavaş ilerlemekte. Karanlıktan ışığa açılacak yolu, dişimizle ve tırnağımızla bulmaya çalışıyoruz. Kayıbız çünkü ışığa giden yolda, yalnız olmayı seçtik. Etrafımızda yüzlerce insan varken bile bizler tek tek yalnız ve Kayıb varlıklarız.
Bütünlüğün içinde önemsiz bir insanız ama değerliyiz. Hayal edilemeyecek kadar geniş, büyük ve sonsuz evrende önemsiz bir dünya gezegeniyiz ama değerliyiz. Bütünün değerli bir parçasıyız. Ne kadar küçük, ne kadar önemsiz de olsa değerliyiz. Çok büyük bir bedenin bir hücresi, bir atomuyuz ama değerliyiz. Bir tanesinin eksikliği tüm bütünlüğü alt üst edecek kadar önemli ve değerli olan parçalarız.
Birliğin gücünü hissetmediğimiz sürece, KA’yıb olarak kalacağız. Belki de milyarlarca yıldan beri dünya üzerinde oluşması beklenen enerji alanı birlik enerji alanıydı. Birlik ve bütünlüğün enerji alanının yaratılması. Bu bir anahtardır ve evrende yalnız olmadığımız, KA’yıb olmadığımız gerçeğini bize gösterecek kapının açılması için gerekli anahtar budur. Bu anahtarı birlik ve bütünlük içerisinde oluşturabilir ve kapıyı açabiliriz. Bu da bir son değil, hatta ve hatta büyük bir başlangıcın basamaklarından olacaktır.
Kitapta özellikle Saba melikesi bölümü dikkatimi çekti. Burada İblis ve caydırıcı güçlerin çemberin dışında olduğundan ve çemberin yedili sisteminden bahsetmişsiniz. Burada da bir yedi görüyoruz. Bu çemberin yedili sistemi hangi katmanlardan oluşuyor ve çemberden bahsedebilir misiniz?
Çok teşekkür ederim soru için. Çünkü Saba Melikesi, Hz. Süleyman ve Hüdhüd Kuşu bölümünü uzun zaman önce yazmayı çok istedim. Hz. Mevlana’nın eserlerinde fazlasıyla yer almaktaydı. Ancak kitaba uygunluğu düşünüldü editör tarafından. Daha sonra konulmasına karar verdik.
Konik tarzda yedili sistemin en üstünde bulunan Âlemlerin Rabbi’nin yansıması olan, en alt bölümde bulunan çemberin çeperinde bulunur. Yedili sistemin en dış çeperidir. Piramidin tabanıdır. Hz. Süleyman ise, Âlemlerin Rabbi ile, gönül vasıtası ile irtibat kurabilen ve en dış çeperde bulunan Sebe Melikesi’ni çeperin içine yani çemberin içine dâhil edebilmiştir. Çünkü İblis ve caydırıcı güçler, bu çemberin çeperinin dışında bulunmaktadır. Sebe Melikesi de burada yer alıyordu. Çeperin içine çekildiğinde Yedili sisteme dâhil olmuştur. Bu yüzden özellikle Sebe Suresi’nde bahsedilmekte, Sebe Melikesi olarak adlandırılmaktadır. Mevlâna’nın bâtını yönünü ele alırsak, o ancak kendi cinsinden olanlardan Hz. Süleyman’dan üstüne basa basa bahsetmiştir.
Mevlana’nın eserlerinde anlatmaya çalıştığı nokta buydu. Kendi cinsinden olan Sebe, kendi cinsinden olmayanlara karışmıştı ve ancak arınarak yine kendi cinsinin yanına dönecekti. Bâtıni anlayışla yorumlanırsa “‘Her şey aslına döner” ancak arınarak.

‟Tüm kudret damarlımızdaki akan kanda”

Mansur şarabı isimli bölümde Divan-ı Kebirde geçen şu cümle bana tanıdık geldi; “Tüm kudret damarlımızdaki akan kanda…” Atatürk’ün de bu cümleyi kullandığını biliyoruz. Nedir bu damarlarımızdaki akan kanda bulunan kudretin sırrı?
Sevgi’nin dokunuşu vardır Yoktan-Varlıklarda. Varlıkların dokunuşu da, Yarattığı âlemlerde ve onun oğullarında. Oğulun sırrı babasının yaratılmasında. Oğulun sırrı babasının sırrında. Aşkla yaratılan babanın, oğlu aşkı arar, kadehi dolacak sanır da, kadehin kendi bedeni, Mansur şarabın da Babasının verdiği kan olduğunu bilemez. Tüm kudret damarlarımızdaki akan kanda. Çünkü, ilk yaratımda sevgi ile yoğrulmuştur Varlık alemi. İşte tüm kudret bahsedilen “asil” kandadır. Çünkü asalet, “sevgi ile yoğrulan” yaratımdadır.
Mansur mana itibari ile, ölmeden henüz yaşarken Tanrıya ulaşan, Tanrılaşan manasındadır. Gönülde yol bulup yaklaşabildiği kadar yakınlaşan ve ayakları yerde iken, başı ile âlemleri an zamanda dolaşan ve özündeki tüm bilgileri anda hatırlayan ve döndüğünde ise tüm kainat bilgisini tek bir cümleye sıkıştırılmış ve mana ile her anlayış düzeyine hitap eden kelamları sarf edenlerdir. Hak’kın görünür kâinattaki elçileri, eli, ayağı, ayn bakışındaki gözü olanlardır. Aktaranlardır. İlahi alışverişin kilidi ve anahtarı olanlardır. Hak’tan aldığını insana, insandan aldığını Hak’ka aktaranlardır. Onlar sadık olanlardır, onlar Aşk yolunda olan, Aşka ulaşan ve Aşkın sahibi olanlardır.
İleride yazmayı planladığınız veya şu an yazmayı düşündüğünüz bir eser var mı?
Şu an yazdığım Hacı Bektaş Veli’nin Bâtıni Yönü adlı kitaptır. Bitme aşamasındadır, sanırım çok yakında piyasaya çıkacaktır.

‟Can olmasa, kâinat bir cesettir”

Yeni kitabınızı merakla bekliyoruz. Bektaşiliğin sırları gerçekten de çok az konuşuldu ve aktarıldı. Son olarak eklemek istedikleriniz var mı?
Son olarak, sizin vasıtanızla aktarmak istediğim, eminim diğer yazar arkadaşım Nilüfer Dinç hanımefendinin de dileği budur, bir paragraf mesaj olacak. Bâtıni Mevlana kitabının sonuç bölümünde bir paragraf var. Onu buradan iletmek istedim:
Hz. Mevlana, bâtıni bir sufiydi ve tüm eserlerinde, sözlerinde insanın değerini olabildiğince aktarmış ve “İnsan şekli, arştan da üstündür, düşünceye de sığmaz” demiştir Mesnevi’sinde. (c. VI, 1005) Can olmasa, kâinat bir cesettir, can ise her zerrededir. Her zerre can taşır. Liyakati olan kendi hücrelerinden o canı açığa çıkarır. Yok sayan, caydırıcı etkilerle, dünya çarkında dönüp durur da, ta ki hatırlayana kadar. Yüzünü maddeye dönen maddeye âşıktır, yüzünü Rabb’e dönen ilahi Aşkla dopdolu olur ve nereye baksa Rabb’in yüzünü görür her zerrede ve tüm yansımalarda kendini bulur.
Yine son olarak KA’yıb’tan bir alıntı ile bitirelim cümlemizi:
İnsan, öyle yüce bir yaratılmışlıktır ki, bu bedenimize, yaşadıklarımıza ve diğerleri diye ayırarak, hayıflanamayacak ve kıyaslanamayacak kadar tahayyül ötesidir.  (KA’yıb)
Çok teşekkür ederim, çok güzel sorular hazırlamışsınız. İndigo Dergisi’nde emeği geçen herkese ve tüm okuyanlara saygılarımı sunarım. Başarılarınız daim olsun.
Biz teşekkür ederiz bilgileriniz için. Her kelimeniz manevi âlemden akan ilhamla dolu adeta. Paylaşımlarınız ve bu güzel aydınlatıcı eserleriniz için ruhunuza sağlık.
 

Kevser Yeşiltaş Yalçın’ın kitapları
• Bâtıni Mevlana  (Sınır Ötesi Yayınları, 2011)
• En-el Hak Gizli Öğretisi: Hallac-ı Mansur (Sınır Ötesi Yayınları, 2011)
• Kuantum Gizli Öğretisi (Sınır Ötesi Yayınları, 2010)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder