Direniş… Tüm Türkiye’yi hızla saran umut ışığı… Önce Reyhanlı’da ölen kardeşlerimizin annelerinin çığlığıyla başlayan ve Gezi Park’ta doğa ananın çığlığıyla tetiklenen hareket tüm Türkiye’de hızla yayılıyor. Bu daha güzel bir geleceğin yaratılmasının ayak sesleri, zulme karşı halkın özgürlük arayışı, gerçek adaletin yerine gelmesi ve yasaklara karşı birikmişliğin yansımasıdır.
Vatan için uykularınız kaçıyorsa devrim başlamış demektir. Deniz Gezmiş’in Günlüğünden
Yıllar boyunca yaşanan onca talihsiz olaylar ve açıklamalar Türk halkını oldukça etkilemiştir, işte bu direniş, bunca yıldır birikmişliğin eseridir. Hükümet, kaç çocuk doğuracağımızdan, neye inanacağımıza, ne içeceğimizden, yaşamımızı nasıl idame ettireceğimize dair her şeyi belirlemeye çalışmaktadır. Şüphesiz ki bu, özgürlüğe karşı yapılmış ciddi bir tacizdir. İşte bu baskıların iyice yoğunlaştığı bu süreçte, tam umutsuzluk içerisinde boğulmak üzereyken, şafak sökmeye ve umut ışığı Taksim’den hızla Türkiye’ye direniş olarak yayılma başladı.
Doğa ile başlayan bu direniş esasında doğanın çok ötesinde demokrasi ve özgürlük için uygulanan ve yıllardır bastırılmanın eseridir. Halkın nasıl bir psikolojik baskıya sokulduğu hususunda, Türk psikiyatri derneğinin açıklamasını ve uyarısını okuyabilirsiniz. (http://www.psikiyatri.org.tr/presses.aspx?press=353&type=24)
Neden direniş?
Hükümet açıklamalarıyla olayın bir iki ağaç olduğunu ve büyümemesi gerektiğini söylüyor. Benzer açıklama Arınç tarafından da yapıldı ve olayın çevre duyarlılığı olduğu konusunda ısrarlı. Halkın sokağa dökülmesi çevre duyarlılığının ötesinde, aşarı güce ve yapılan haksızlıklara bir baş kaldırı, bir direniştir. Sosyal medyada çeşitli sebepler güzel özetlenmiştir.
Direnişin kaynağında bulunan bahsettiğimiz birikmişliklerden sadece “bazıları” şunlardır;
-1 Mayıs, 19 Mayıs, 29 Ekim vb. milli bayramlarımızın kutlanmasının engellenmeye çalışılması ve bu konuda halkın tahrik edilmesi, hatta halkın sert müdahalelere maruz kalması. Bunların yanı sıra 10 Kasım’da yeterli saygının bilinçli olarak gösterilmemesi.
-Atatürk Orman Çiftliğinin katledilerek, başkanlık sarayı yaptırılması amaçları, Karadeniz’de doğanın katli, Üçüncü köprü nedeniyle ormanların yok edilmesi isteği, kısacası doğaya uygulanan saldırılar.
-1909 ayaklanmasında şeriatın merkezi olan Topçu Kışlasını yeniden yapmak düşüncesi.
-Toplumun Siz ve Biz diye ayırılmaya çalışılması, halkın kendi içinde ikilikler yaratılma çabası.
-Reyhanlı olayında halka destek çıkmak yerine Amerika’ya gidilmesi. Ülke karıştığında hemen ülkeden kaçma içgüdüsü. (Aynı durum direnişte de mevcuttur)
-Alkol yasağı, kürtaj yasağı, eşcinsellere hakaretler, Aleviler hakkında psikolojik saldırılarda bulunma, ateistleri veya farklı inançtakileri kindar diye etiketleme, kısacası özel hakların ihlal edilmesi ve farklı inançta, görüşte olanlara hoşgörü ile değil baskı ile karşılık verilmesi hatta tehlikeli bir şekilde hedef gösterilmesi.
-Ulu Önder hakkında ileri geri konuşmalar ve haddi aşan açıklamalar.
-Halkın sürekli baskılanması, eylemlerin dikkate alınmaması,
gibi sebepler gösterilebilir. İşte bu bastırmalar en sonunda patlak verdi. Biliriz ki bastırılan şey artar, hükümet özgürlüğü ve eylemleri, halkın sesini bastırdıkça halk sineye çekmedi, sadece “doldu” ve yaşanan süreç bu birikmişliğin açığa çıkması, yaratılmış baskıya yani etkiye karşı tepkidir.
Elbette bu direniş yandaş medyaya karşı da yansıdı. Yıllardır hükümeti destekleyen haberler, halkı uyutan programlar dışında halk için çalışmayan medya da yoğun baskı altında. Direniş aynı zamanda medyanın özgürlüğünü geri kazanması ve yandaş medya yerine halk için olan, hakikat için olan medyanın gelmesi için de devam etmektedir. Bu süre zarfında CNN TÜRK’ün penguen belgeseli yayınlaması, Habertürk, NTV gibi nice haber programının alakasız başlıklar yayınlayarak, sosyal medyayı takip etmeyen kesimi uyutmaya çalışması, gerçek maskelerini düşürmüş ve bu maskelerin ardındaki hakikati ortaya çıkarmıştır. Tüm dış basın Türkiye eylemlerini verirken, kendi televizyon medyamızın hiç bahsetmemesi bütün medyaların satın alınmış olduğunun göstergesi. Ulusal kanal, Halk tv ve birkaç tv kanalı ise tüm baskıya rağmen bütün çıplaklığıyla olayların akışını paylaşmaktadır. Burada sosyal medyanın ve bağımsız internet medyalarının önemini bir kere daha gördük.
Birlik
“Şayet bir gün,çaresiz kalırsanız, bir kurtarıcı beklemeyin. Kurtarıcı kendiniz olun.Atatürk”
İşte bu uyutmalara rağmen, şimdi tüm ülkede tam bir birlik hali mevcut; Toplumun her kesimi tek yürek olmuş bu haksızlıklar silsilesine direniyor ve hep bir ağızdan haklarınıı istiyor. İstanbul, Ankara, İzmir, Hatay-Antakya, Manisa, Adana, Gaziantep, Konya, İzmit, Sinop, Erzurum, Zonguldak, Samsun, Balıkesir, Antalya, Alanya, Manavgat, Adıyaman, Kahramanmaraş, Bursa, Eskişehir ve daha nice ilimizde direnişler devam ediyor. Ve bu direnişe dünyanın dört bir yanından onlarca ülke destek veriyor orada da direniş sürüyor. Bir yandan bazı mağaza ve kuruluşlar kaçanlara yardım ediyor, öte yandan evlerden aşağı gaz maskeleri ve sütler atılıyor. Eylem alanlarında ellerinde rennieli karışımlarıyla gözü yananlara yardım ediliyor.
Birliğin meydana gelmesi
Avukatlar, doktorlar, kısacası halkın her kesimi birlik içinde zorda olanlara yardım ediyor. Bu zulüm halkta Birliği meydana getirdi ve halkımızı tek bir yürek yapıyor. Hükümet ve polis tüm şiddetini arttıra dursun, halkta tam bir birlik ve barış nidaları yükseliyor…
Halk artık özgürlük istiyor ve bu tavra dur demek için tüm Türkiye sokağa dökülüyor. Ama ne yazık ki provokasyonlarla bu barışcıl eylem, çok sert müdahaleler sonucu ağırlaştıkça ağırlaştı. İşte olayın üzücü boyutu da burada başlıyor.
Orantısız güç
“Şiddete karşıyım çünkü sağladığı düşünülen iyilikler geçici, getirdiği kötülükler ise kalıcıdır.” Gandhi
Üç gündür eylemlerin içinde olan biri olarak İzmir, Ankara, İstanbul ve Adana gibi illerde olayların çok karışık olduğunu ve eylemlerin tüm hızla devam ettiğini söyleyebilirim. Bu sırada polisin orantısız güç kullanması ise gözlerden kaçmıyor. Polis ve ona destek olanlar, elinde demir sopası bulunan çeteler halkı resmen avlıyor… Burada beni en çok üzen şey polisin bu direnişi “kontrol” etmek yerine, “bastırmaya” çalışması ve halka sert kuvvet uygulaması oldu. Üzülerek söylüyorum ki İstanbul, Ankara ve bir çok ilimizde bilhassa İzmir’de can güvenliğimizi teslim edemeyeceğimiz, hükümetin şahsi ordusuna dönüşmüş bir polis birimi var. Polislerin sert davranışlarına şahit oldukça insanın tüyleri diken diken oluyor ve buna doğrudan şahit olmak derin hüzün veriyor.
Bu yüzden bir yandan umut ve heyecan ile yeniliğe doğru direnişi desteklerken, bir yandan polisin bu gaddarlığını ve halka karşı olan bu kin ile öfkenin nereden geldiğini düşünüyor ve üzülüyoruz. Polisin kaba kuvvet kullandığı kendi anası, babası, ablası, kardeşi, eşi, komşusu kısacasıkendi halkı..
Halkı korumak yerine onu bastırmaya çalışması ve bunu hükümetin “doğrudan” emirleriyle yapması düşündürücü.
Genç kızları saçından çekerek grup halinde darp eden, yolda giden ve eylemle alakası olmayan yaşlı amcalara saldıran, 20-25 yaşındaki savunması olmayan gençleri ölesiye döven ve bu sırada halkı pusuya düşürmeye çalışan bir polis birimi mevcut bazı şehirlerimizde. Bunlara bizzat şahit olmak ise derin bir keder veriyor. Resmen bu birimin amacı halkı korumak değil belli ki katletmek, aldıkları emir bu mu? Bu insanlığa sığmayan ve yürek burkan videolar sosyal medyada hızla yayılıyor ve herkes hayret içinde nasıl halkın “düşman” konumuna sokulduğuna şaşırarak izliyor.
Burada sevgili öğretmen arkadaşım Neşe Karakoyun’un söylediği gerçekten düşündürücü ve etkiliyici;
“Aynı okullarda, sokaklarda, oyunlarda büyümedik mi biz bunlarla? Düşünüyorum düşünüyorum düşünüyorum nerede koptu film, adını koyamıyorum…”
“Polise kalkan eller kırılsın” diye omuz omuza savunduğumuz, vakti zamanında bizi koruyan polis nerede?
Bizim komşumuz, akrabamız, dostumuz olan, hani milletvekili oğlu aşağıladığı için “polise kalkan eller kırılsın” diye omuz omuza savunduğumuz, vakti zamanında bizi koruyan polis nerede? Başımız sıkıştığında yardıma koşan, kayıp kardeşlerimizi bulan polis şimdi neden bu durumda anlayamıyoruz ve can sağlığımızın tehlikede olduğunu hissediyoruz.
Genç bir kızı tartaklamanın, yolunda kendi halinde giden bir amcaya tekme tokat dalmanın, “durun yeter” diye bağıran savunması olmayan bir “cana”on kişinin tekme tokat dalmasının mazereti olamaz!
Elbette burada doğrudan polisleri suçlamıyoruz, ancak eylemler süresince çok uzun saatler çalıştıkları için mi acaba bu kadar agresifleşti polisimiz? Yine de bu, genç bir kızı tartaklamanın, yolunda kendi halinde giden bir amcaya tekme tokat dalmanın, “durun yeter” diye bağıran savunması olmayan bir “cana”on kişinin tekme tokat dalmasının mazereti olamaz, olmamalı… Bu konuda polisi duyarlılığa davet ediyor ve şiddeti durdurmasını istiyoruz.
Direnişte polis birimlerinin olması gayet doğaldır ama polis biriminin görevi taşkınlığı engellemek, eylemin kontrolünü sağlamaktır. Apaçık bunun yerine halka saldırma politikası izleniyor. Buna geçtiğimiz pazar çocukların ve yaşlıların da olduğu Alsancak’taki toplu direnişte şahit olduk. Hiçbir taşkınlık ve halkta provokasyon olmamasına rağmen, güzelce türküler ve şarkılar söylenip sloganlar atılırken, polis sebepsiz en az 10-15 gaz bombasını halkın üzerine fırlattı… Bu elbette halkın dağılmasına yetmedi, hatta bazı bombalar geri atıldığı gibi rüzgarın bizim yanımızda olması, kendi attıkları gazda boğulmalarına sebebiyet verdi. Ben buna” ilahi adalet” diyorum zira eylemler sırasında İzmir’de yağmur yağıyor ve gazı baskılıyordu. Dilerim ki bu şiddet son bulur ve polis dostlarımız bir durup olayın ne olduğunu düşünür…
Aslında polis bu denli sert müdahale etmese olaylar bu denli büyümezdi, bilhassa İzmir’de. Polis bizim yanımızda bile durabilirdi direniş sırasında, hiç kimse garipsemezdi. Ama biz direniş sırasında bir anda karşımızda bir polis ordusu bulduk ve bir hayli şaşırdık. Yanımızda değillerdi veya direnişi kontrol etmiyorlardı, doğrudan savaş konumundaydılar… Bizleri derinden sarsan ve üzen de bu oldu. Ve cumartesi akşamı polis çok sert müdahalelerde bulundu. İşin ilginci Pazar günü iki katıydık… Bu evrenin, doğanın, insanın temel mantığıdır.
Baskı arttıkça direniş de artar! “Polis, asker kadar disiplinli, hukukçu kadar hukuk adamı, bir anne kadar şefkatli olmalıdır.”
Baskıyı arttırdıkça daha fazla halk sokağa döküldü, sokağa çıkamayanlar evlerinden tencere tava sesleriyle destek verdi. Kısacası halk zaten direnişine devam ediyor. Polisin ekstra bir müdahale yapmasına gerek yok esasında. Burada belli ki polisin amacı direnişi kontrol etmek değil. Peki Polis birimi ne için vardır, siyasiler için mi halkı korumak için mi? İşte sorulması gereken soru bu.
Ayrıca tahmin ediyorum ki şu an direnişe sert müdahale eden polisler, eğitimli kendi kardeşimiz, abimiz, ablamız olan polisler değildir. Onlar bizim kardeşimiz, biz de onların kardeşiyiz. Halk ve belli bir grup polis hala elele, yürek yüreğe… O duyarlı polislerle bir çatışma yok. Lakin bu saldıran kişilerin hükümetin biz zati kendi yetiştirdiği ve amacı hükümete karşı çıkanlara baskı ve zulüm yapmak olan bir polis birimi olduğunu düşünmek bile çok üzücü. Zira birazcık merhameti olan, savunmasız halka bu denli öldüresiye saldırmaz. Atatürk’ün dediği gibi; “Polis, asker kadar disiplinli, hukukçu kadar hukuk adamı, bir anne kadar şefkatli olmalıdır.”
Provokasyonlara dikkat; Pasif direniştir doğanın bilgeliği
Bu süreçte dikkat etmemiz gereken şiddete başvurmamak ve provokasyonlara gelmemek. Bu konuda en önemli duruşu göstermesi gereken devlet büyüklerimiz değil midir? Evde zor tuttuğumuz % 50 kesim veya ‘çapulcu’ gibi kelimelerle halkı olana hitap etmek ne demek? Diğer % 50′llik kesim bu devletin halkı değil midir? Halkı dinlemeyi reddettikçe, halk daha fazla sesini duyurmaya çalışmaktadır. Bu tavırlar derhal bir kenara bırakılıp, halkın dinlenmesi ve bu insanların ne istediğinin sorgulaması gerekmektedir. Görmemeyi seçmeye çalışıyor olabilirler ama milyonlar sokaklarda.
Bunlar bir yana halkın içerisine sızan nereden çıktığı, kim olduğu bilinmeyen kişiler de provakatörlük yapmaktadır. Cadde ortasında ateş yakan halkı galeyana getiren, sonra polis saldırısında polisle birlikte halka saldıran tipler olduğuna şaşırarak şahit olduk. Bunların yanı sıra kimi polis de halkı zaman zaman saldırmak için tahrik etmektedir. Hiçbir şey yapmadığı halde kendi yolunda giden arkadaşımıza durduk yere copla saldıran polislere şahit olduk, amaç ne? Elbette halkın içinde de provokatörler var. Durduk yere polise saldıran, çevreye zarar veren ve amacından sapan gruplar mevcut.
Direniş sırasında bu grupları mutlaka uyarın, onların amacı direniş değil zarar vermektir ve direnişin temel mantığına aykırıdır. Karşımızda düşman yok!
Direniş sırasında bu grupları mutlaka uyarın, onların amacı direniş değil zarar vermektir ve direnişin temel mantığına aykırıdır. Karşımızda düşman yok, amacımız saldırmak değil sadece haksız ve kaba, yaralayıcı davranışlara, baskıya direnmektir. Bu insanları ortamdan uzaklaştırın.
İşte bu noktada yapılması gereken, halkın, polisin ve illegal örgütlerin içinde şiddet yanlısı provokatörlerin tahriklerine kapılmamak ve barışcıl bir şekilde direnişe devam etmektir. İşte pasif direnişin gücü da buradan gelir. Biliyoruz ki polis veya halk hepimiz insanız ve kendi doğrularımızı yaşıyoruz. İnsan olduğumuz için bazılarımızda yoğun bir öfke ve saldırma ihtiyacı var, işte kim olursa olsun bu kişilere dikkat etmemiz şart.
Pasif direniş doğanın bilgeliğidir.
Gandhi’nin Hindistan’ı İngiliz sömürgesinden kurtardığı yöntemdir. Suyun yavaş yavaş sükunetle akarak sert taşı delmesinin, onca betonlara rağmen küçük deliklerden bitkilerin filizlenmesinin, tüm stres ve baskı koşullarına rağmen bitkilerin uyum sağlamasının, sert rüzgarlar estiğinde sert ağaçlar dahi yıkılırken, naif yapılı bitkilerin huzurluca yoğun baskıyı atlatmasının bilgeliğini anlatır bize. Pasif direnişin en büyük unsuru cesarettir ve korkunun olmaması önemlidir. Ki unutmayalım İstiklal Marşımız “Korkma’” diye başlar. Tam bir cesaret ile aynı direniş devam ettiği sürece şiddet istediği kadar artsın direniş başarıyla tamamlanacaktır.
Başsağlığı: Abdullah Cömert
Geçtiğimiz süre zarfında Hatay’da bir gencimizin öldüğünü öğrendik ve oldukça üzüldük. Ve Arınç’ da konuşmasıyla onayladı. Abdullah Cömert’in ailesine baş sağlığı diliyoruz ve rahmet dileklerimizi yolluyoruz. Zulme direnirken hayatını kaybeden bir şehit o, hakkın yanında durarak, hakkı savunarak gözlerini bu dünya’ya kapadı… Uyanış yolunun bir ışığı oldu artık onun ruhu. Bu acı haber şiddetsiz direnişin ehemmiyetini bir kere daha bizlere gösteriyor.
Ölüm sebebinin kafasına aldığı darbe olduğu otopsi raporuna göre söyleniyor. Daha 22 yaşında, güzel bir gelecek için kendini feda eden gencecik bir yaşam… Tüm bedenini, yaşamını özgürlüğün yoluna adamış bir birey. Elbet bedeni öldü ama onun varoluş amacı başka zihinlerde yeniden doğdu ve yükseldi. Umarım bu acı haber, şiddet yanlısı bir grup insanın vicdanını sızlatır ve içlerinde şefkatin tohumlarını yeşerir.
Mehmet Ayvalıtaş
Mehmet Ayvalıtaş direniş sürecinde olan bir kaza sırasında cibin altında kalarak vefat etmiş başka bir vatandaşımızdır. Her ne kadar çevresindekiler bunun bir kaza olmadığını iddia etse de, sürücü yakalandığı için elbette olayın iç yüzü ortaya çıkacak ve adalet yerini bulacaktır. Askere gitmeye hazırlanan bu gencimize de rahmet diliyor ve ailesine başsağlığı dileklerimizi gönderiyoruz.
Sizleri unutmayacağız Abdullah Cömert ve Mehmet Ayvalıtaş…
Komiser Mustafa Sarı
İki sivil vatandaşımız dışında 27 yaşındaki Komiser Mustafa Sarı da vefat etmiştir. Adana’da gerçekleşen bu olayda, polis müdahalesinden kaçan halkın peşine düşen Mustafa Sarı, yapım aşamasında olan yaya alt geçinden yaklaşık 5 metrelik yükselikten düşerek ağır yaralandı ve ardından vefatı gerçekleşti. Bu polisimizine rahmet ve ailesine başsağlığı ve sabır diliyoruz.
Maalesef ölümlerin olması oldukça üzücü ve bir o kadar da yaralı mevcut. Yaralılar arasından, 10 gözünü kaybetmiş, (bilinçli olarak gözlerine biber gazı fırlatılmasıyla, gözleri çıkmıştır ve bir kısmı da biber gazı sebebiyle gözlerini kaybetmiştir), 15 kafa travması (kafatasında çatlak, ağır darbe) olmak üzere 43 ağır yaralıya ve 5 binin üzerindeki yaralı halkımıza da tez zamanda şifa diliyoruz.
Yapılması gerekenler:
-Öncelikle korkmadan, yılmadan direnişe devam edilmesi önemli. Bu sırada şiddetsiz, çevreye zarar vermeden ve polisi tahrik etmeden, onların da insan olduğunu unutmadan pasif direniş olması çok önemli. Eğer şiddete başvurulursa haklı iken haksız olunur, burada önemli olan amaca odaklanmak ve direnişe devam etmek.
“Olay şiddet kullanımına dönüşmeye başladığı zaman, sistemin oyununa geliyorsunuz demektir. Yerleşik düzen sizi kavgaya sokmak için kızdırmaya çalışacak, sakalınızı çekecek, yüzünüze fiske atacaktır. Çünkü, siz bir kere şiddete başvurduktan sonra sizle nasıl baş edeceklerini bilirler. Nasıl baş edeceklerini bilmedikleri tek şey, şiddet dışı eylemler ve mizahtır. John Lennon”
-Bir diğer önemli nokta yukarıda bahsettiğimiz provokasyonlara gelmemek. Kızmayın, öfkelenmeyin, duygusal karmaşalara yenilmeyin onun yerine cesaretinize, umudunuza ve Hakkın vuku bulmasının ümidine sarılarak, oradan güç alın. Arayış sadece ama sadece özgürlük ve demokrasidir, doğanın korunması ve halkın dinlenmesidir. Bu amaçtan sapmayın zira bu amaçtan saptırmaya çalışan iç ve dış güçler vardır, lütfen bunlara aldanmayın. Kalbinizde ki masum isteği yitirmeyin. Hiçbir siyasi partinin altında direnişe devam etmeyin, bu direniş siyasi değildir, halkın direnişidir.
-Gerektiğinde geri çekilmeyi bilin. Saat 12′den sonra polisler ve illegal örgütler bilhassa İzmir, Ankara ve İstanbul şehirlerinde insan avına çıkmaktadırlar. Saat 11 gibi direnişi bitirip evinize dönün ve ertesi gün yine direnişe destek verin. 12′den sonra kalıp, kana susamış insanların saldırılarına maruz kalmayın. Bunun bir amacı yoktur.
-Yardımlaşın. Fazla maskenizi, rennie ile hazırlanmış suyunuzu ve yardım mesajlarını paylaşın. Bu konuda yardımlaşırken yalan haberlere dikkat edin. Bir grup provokatör insanlar yalan yardım haberleri paylaşarak polis pusuna düşürmeye çalışmaktadırlar. Bunlara aldanmayın.
-Yalan bilgilere dikkat edin. Bir çok farklı yerden halkı şiddete yönlendirmek için tahrik edici haberler gelmektedirler. Bunlara aldanmadan önce iyice araştırın ve her habere anında itibar etmeyin.
-Bu direnişe destek veren insanlara saldırılmaması da önemli. Herkes olayın idrakinde olmayabilir veya yanlı medyanın yanılsamalarına kapılmış olabilir. Haliyle kınamak, yargılamak yerine anlayışla karşılamak ve kendi yolumuza bakmak oldukça önemlidir. En nihayetinde kimse hükümetin tavrının böyle baskıcı olacağını tahmin edemezdi, o yüzden sizinle aynı fikirde olmayanlara veya olayın daha tam farkında olmayanlara saldırmayın veya nefret söylemleriyle tacizde bulunmayın. İnsanlar kendi özgürlükleriyle seçimler yapar ve bu onların en doğal hakkıdır. Burada önemli olan hükümetin ideolojisidir. Direniş hükümetin tavrınadır, kendi halkımıza, polisimize değil.
-En önemlisi karşımızda hükümetin temsil ettiği ideolojinin olduğunu unutmayın. Tayyip Erdoğan’ın kendi kişisel varlığına herhangi bir söylem yoktur, buradaki söylem sistemin baskısı ve özgürlüğün kısıtlanarak, para için doğanın katledilmesidir. Kendi fikrinde olmayana baskı kurma ve saldırma politikasına yapılan bir direniştir. Yani Direniş onun temsil ettiği bu ideolojiye, semboledir ve sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada artık bu baskıya ve yanlış sisteme bir direniş vardır. (Occupy adı altında) Yoksa o da ruh olarak kendi tekamülünü yaşamaktadır ve başbakanın kendi kişiliğiyle alakalı olmamalıdır. Bu yüzden bizi ilgilendiren ülkemiz üzerine çökmüş baskının gölgesinden kurtulmaktır.
Gerçekten bu kadar zor mu halkı dinlemek ve empati yaparak hoşgörüyle özgürlük ortamı sağlamak?
Lütfen şefkatle, merhametle ama tam bir cesaretle davranalım. Bu direnişler şimdi veya yarın mutlaka umut dolu bir geleceği yaratacaktır, bunu unutmayalım! Tek isteğimiz farklı düşüneni, farklı inanın farklı olanın dışlanmaması, şefkat, barış, huzur ve hoşgörü dolu, yasakların ve baskının olmadığı demokratik ve özgür bir ülke. Empati ve hoşgörü bu ülkeyi yaratmak için yeter, bu kadar basit ve siyasilerden sadece ama sadece bunu bekliyoruz, gerçekten bu kadar zor mu halkı dinlemek ve empati yaparak hoşgörüyle özgürlük ortamı sağlamak? İşte bu direniş hem kendi içimizde kendimize, hem siyasilere, hem medyaya hem de tüm dünyaya bunu hatırlatacak ve barışın sesi olacaktır.
Direnişe devam ama şiddetle değil, sanatla, edebiyatla, mizahla, neşeyle ve barışla… Vicdansızlığa karşı vicdanla, adaletsizliğe karşı adaletle, sevgisizliğe karşı sevgiyle, art niyetlere karşı masum bir niyetle, “savaşarak” değil “değiştirerek” ve “dönüştürerek”, tüm benliğimiz, ruhumuz ve kalbimizle direnişe devam… Ta ki özgürlükler geri alınana kadar…
Halkımız “birliği” bir kere tattı, gerçek “birlik bilincini” ve bu uyanışı başlattı.
Diren Hatay, Diren Taksim, Diren Ankara, Diren İzmir, Diren Türkiyem… Güzel gelecekler ve barış için, özgürlük ve her kesimin kardeşliği için…
YAZAR:EFE ELMAS
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder