Yazar: Efe Elmas
Her şey küçük bir atomla başlar aslında. Atomlar birleşir, molekülleri oluştur, moleküller kompleks bileşikleri, bileşikler küçük organalleri, organeller hücreleri, hücreler organları organlar insanları... Bazen de bu kompleks bileşikler inorganik oluşumları meydana getirir. Öyle ya da böyle her şeyi atomlar oluşturur, atomlar başlatır çeşitliliği –ki bu yüzden her şey canlıdır. Lakin bunu hepimiz bilsek de, pek fazla dikkatimizi çekmez günlük hayatta. Belki de çekmemelidir. Sorun o değil… Sorun bu denli yoğun bir gelişimi ve bu denli günlük hayattaki basit felsefeleri göremeyişimiz ve fark edemeyişimiz ve bunu fark edememenin verdiği, karmaşık düşünceler ve sistemledir.
Birlik bilincinden, sevgiden, saygıdan, muhteşemlikten, öteden, kuantum sıçramalarından, çekim yasalarından, bilinç-bilinçaltı çalışmalarından ve envai çeşit çalışmalar ve felsefelerden mutlaka birkaç tanesine denk gelmişsinizdir. Bu çeşitlilik belki sizi heyecanlandırmış, belki saçmalık olarak gelmiş belki de “Yine klasik şeyler!” diye düşündürmüş olabilir. En nihayetinde dünyanın bu “farklı” (ki farklılık da görecelidir) sürecinde hepimize denk gelmiştir. Peki bu kavramlar, bu sözcükler ne denli içselleşmiştir veya ne denli zihnimizde yer etmiştir?
Kuantum sıçrama derken neyin sıçradığından haberdar mıyız veya koşulsuz sevgideki “koşulsuz” kelimesi de nedir öyle… Peki ya öte dünyalar, tuhaf felsefeler, birlik bilincinden kasıt? Bunlar üzerinden elde edilen rantlar ve ya bunlar uğruna parasız ve cefa dolu çekilen hayatlar… Bu sorunlar neyin göstergesi? Tam bir kaos gibi gözükür birçoğunun gözüne…
Maalesef, birçoğumuz bunları içselleştiremedik… Bu acı bir itiraftır aslında. Burada kimseyi yargılamamakla beraber (çünkü yargı toplumun en büyük sorunudur) birçoğumuz birlik bilinci felsefesini sadece “biliriz”. Bilmesek bunu deneyimlesek, gerçekten o birliği tatsak, şu an hala düşünceler içerisinde boğuşuyor olmazdık. Bunları içselleştirebilseydik, başkalarına kanıtlamaya çalışmazdık. Çünkü başkasına bir şeyi kanıtlama çabası aslında kendine kanıtlama çabasından başka bir şey değildir. Eğer bunları içselleştirebilseydik, bunları pazarlayıp rant yapmazdık. Peki, içselleştirmememizin sebebi nedir?
Spiritüalizm ve diğer tüm felsefeler hepimizin bildiği üzere kişinin kendini bilmesini ve tekâmülünü amaç edinir. İşte bu tekâmül yolculuğu, bu kavramların içselleşmesinin yolculuğudur aslında. Kısacası deneyim olmadan, kitap üzerinden okunan şeyler içselleşmiş anlamına gelmemektedir. Bu yüzden bazı kavramlar ağza pelesenk olmuş ve içleri boşalmıştır. Bunu içselleştirme süreci ise “kendini bilme” sürecindeki; görünmeyenlerin ötesinden, derinlikten, karanlıktan, aydınlıktan, bilinmezlikten, delirmekten, bilgelikten geçer. Yani hayatınızın bir döneminde bile delirdiğinizi düşünmediyseniz, bazı kavramlarınız içselleşmemiştir. Ya da karanlıkta olduğunuzu hissetmediyseniz, derin buhranlar geçirmediyseniz veyahut aydınlıktan gözleriniz kamaşmadıysa, bu bilgiler içselleşememiştir. Haliyle bu içselleştirme sürecinde birçok yoldan, yönden geçeriz ve inanın bu yolların tam olarak kuralları yoktur. Bazı belli kalıplar gözükür ve bunlar bize kılavuz olur ama kimse belli kesin kurallardan bahsedemez. Madem kuralsızlıktan ve özgürlükten bahsediyoruz, neden bu denli kısıtlamaları görüyoruz diye düşünebiliriz. Niye illaki sevmemiz gerekiyor, niye illaki olumluya odaklanmamız gerekiyor, niye illa hep ama hep ulaşılamayacak idealara bel bağlamamız gerekiyor veya niye bu denli tuhaf çalışmalar mevcut… İşte bu düşünceler ve haklı sorular, bu özgürlük ve “kuralsızlık kuralı” ile paradoks oluşturur. Kaldı ki, kuralsızlığın bir kural olması da ayrı paradokstur. Aslında yol çok basittir, spiritüalizm, felsefeler ve tekâmülün yolu çok basittir. İşte işin derin kısmı da bu basitlikte yatar. Biz karmaşık şeylerin derin olduğunu sanırız, ama derin olan basit şeylerdir.
Üçgen, kare, dörtgen gibi geometrik şekiller çok basittir ama aynı zamanda evrensel düzlemin sembolik temellerini oluşturur ve bu basitliğin derinliği akılları zorlar. Ya da “Kendini bil!” Kelimesi çok basittir ama bu basit kelime altındaki derinlik ve deneyim anlatılamaz. O yüzdendir ki, bilgelik basitlikte ve yalınlıkta yatar.
Madem yalınlık önemli, öyleyse bu ruhsal âlemdeki kirlilik neden diye düşünebiliriz. Niye bazı sistemler yozlaşıyor, niye rantlar yapılıyor niye bin bir türlü enerjiler-çalışmalar çıkıyor? Bir diğer düşünce ise şu olacaktır; madem bu denli tekamülde artış var, bu denli enerjiler yükseliyor, bu denli muhteşem enerjiler ve yöntemler çıkıyor, neden açlık, savaşlar, gerginlikler ve kaos artıyor? Neden işsizlik artıyor, neden dinler kullanılıyor, neden insanlar bunalıma sürükleniyor, bu isyanlar neden?
Ben, bu nedenlere ve olanlara olumlu bir gözle bakacağım. Bu zıtlıklar aslında bütünlüğü oluşturmaktadır. Şifa ile ilgilenenler veya hastalıkları gözlemleyenler bilir. Bir hastalığın tam olarak iyileşebilmesi için o hastalığın derinine inmek ve öncelikle o derindeki kökü, sebebi su üstüne çıkarmak gerekir. Derindeki hastalık su üstüne çıkmadan, onu iyileştirmek imkânsızdır. En basit örnek olarak, sürekli baş ağrınızın var olduğunu varsayalım. Eğer siz baş ağrınızın sebebine inmezseniz ve o sebebi su üstüne çıkartıp iyileştirmezseniz, sadece ağrı kesicilerle baş ağrısını geçici olarak durdurursunuz. İşte bunca zamandır Dünya’nın baş ağrısının ağrı kesicilerle dindirildiğine inanıyorum. Şimdi, tüm ağrı kesiciler geri çekildi ve hastalık su üstüne çıktı. Dünyanın ve insanlığın derinindeki tüm “travmalar” ve “kavramlar” (milliyetçilik akımları, hırslar, ego, savaşlar, ekonomik krizler, gizli oluşumların kendilerini ortaya çıkarması, cinsel yönelimlerin bu denli basına ve halka yansıması, açlık, fakirlik, sömürgecilik, gizli bilimler, ezoterizm, spritüel kavramlar ve çalışmalar) şimdi su üstüne çıkmaktadır. Haliyle bu zamanda, derinde yürütülen çalışmalar ve travmaların su üstüne çıkması bir kaos görünümü yaratmaktadır.
Halbuki kaos yoktur. Var olan sadece bu derindeki bilincin ortaya çıkması ve bunun kaos gibi gözükmesidir. Aslında bu süreç, şifalanmanın, iyileşmenin, düzenin ve nihai hoşgörünün ayak sesleridir. Öyleyse artık Dünyadaki bu hızlı sürece isyan etmek yerine, fark edip çözüm aramak durumundayız. Madem milliyetçilik akımları bu denli gözümüze sokuluyor ve ortaya çıkıyor, bunları kahretmek, lanetlemek yerine farkına varıp (çünkü siz farkına varsanız da varmasınız da bu hep vardı) bunun çözümünü aramak gerekiyor. Madem bu denli bir sürü spiritüel yol ve enerji ortaya çıktı ve bunlar nefsi amaçlar için kullanılıyor, öyleyse bunları toptan reddetmek yerine nefsi amaçlar için kullanılmalarını engelleyip, işimize yarayacak sistemleri ayıklamamız gerekiyor. Kısacası var olan sürece isyan etmek ve lanetlemek yerine, gerekli şifanın sağlanması için çözüm bulmak zorundayız. Artık koltuklarımızda oturup, haberlere anlamsız yorumlar yapmak veya internet başında “Boş işler bunlar ya!” demek yerine harekete geçip bir şeyleri değiştirmemiz gerekiyor.
Bu değişimi de, önce kişisel hayatımızda yapmamız ve kendi bilincimizi çöplük yapmak yerine disiplinli bir kütüphaneye dönüştürmemiz gerekiyor. Biz değiştiğimizde, çevremizdekiler de değişmeye başlayacak ve kaos gibi gözüken bu karmaşık süreçte aslında var olan muhteşem düzeni ortaya çıkarabileceğimize inanıyorum. Benimkisi belki umut ama Liesherak’ın dediği gibi “Umut olmadan, umut edilen ele geçirilemez!”
|
Pazartesi
Dünya, İnsan ve Yaşanılan Ruhsal & Fiziksel Süreç
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder