Pazartesi

Bilinç Ruh Zihin ve Ego

Bilinç nedir, ruh nerededir, egonun amacı nedir? Bu kavramlar zihnimizi her daim meşgul eder, çünkü bunlar “Ben Kimim?” sorusuna verilebilecek cevabı içerir. Biz kimiz, bir bilinç mi, ruh mu yoksa hiçbiri mi? Bu kavramlar arasında nasıl bir bağlantı vardır?
Descartes, varoluşunun sırrını çözmek için felsefi olarak zihninin derinliklerine inmiştir ve her şey ilizyon olsa dahi “kendi düşüncelerinin” onun var olduğunun kanıtı olduğunu keşfetmiştir. Ve çok meşhur sözü etmiştir “Cogito, ergo sum” yani “Düşünüyorum, öyleyse varım” İşte bizim varoluşumuzun sırrı bu bedenimizde gizli değildir, düşüncelerimizde gizlidir. “Ben” demek var oluşunu oluşturmak demektir.
Peki düşünceler bilince mi ait? Bilinç beyne mi ait ruha mı? Bir sonraki akla gelen soru budur. Yogesh’in bir seminerinde hepimize sormuştu, “Siz kimsiniz?” İnsanlar düşünmeye başladı. Ve Yogesh devam etti “Mühendis, doktor veya herhangi bir isim misiniz…  Hayır bunların hepsi etiket. Siz aslen ruh’sunuz. Ben kimim sorusunun cevabı; Ben ruhum olmalıdır”
Çok doğru bizler ruhuzu, beden kıyafeti giymiş ruhlar. Ruh, kendi doğasını ifade etmek için bedenin bir organı olan beyini kullanılır yani bilinci. Bilinç Ruhun “düşüncelerini” aktaran katmandır lakin ruhun ta kendisi değildir. Ruh sonsuzluğa aittir, ruhun kelamını ileten bilinç ise “şimdiki yaşamdaki benliğimize” aittir. Öncelikle bunu anlamak için Bilinç, Önbilinç ve Bilinçaltı’nın sırlarını inceleyelim, her ne kadar buna daha önce değinmiş olsam da konuyla çok alakalı olduğu için yeniden hatırlamakta fayda var;

Bilinç Önbilinç ve Bilinçaltı

Jung’a göre zihinde bilinç, bilinçaltı ve ikisi arasında bulunan ara bilinçle toplam üç aşama, üç derinlik vardır:
Bilinç Aşaması (Buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı): Bilincinde olduğumuz her türlü düşünce ve algılar bilinç aşamasını oluşturur. Bu düşünce ve algılar farkındalık eşiğinin üzerinde kaldıklarından kendilerini açıkça belli ederler. Bilincimiz, aklın denetimindedir. Yargılar değerlendirir ve iyi, kötü, hoş gibi kavramlara dönüştürürler.
Ön Bilinç Aşaması (Buzdağında su seviyesinin hemen altı): O anda bilincinde olmasak da hemen bilince aşılayabileceğimiz anılar ve dünya bilgilerini kapsar. Bu aşama, bilinçle bilinçaltı arasında bir tür geçiş aşaması görevi üstlenir.
Bilinçaltı (Buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmı): Buzdağı benzetmesinde, buzdağının en büyük alanını oluşturur. Bilinçaltı kısacası tüm programın yazıldığı alandır. Bilinçaltımız, bilincimizin inandığı ve doğru kabul ettiği emirleri aynen uygular. Mesela, sevilmeyen yemekler yıllar önce bilinçaltına gönderilerin emirlerin sonucudur. Kendine güven, sabır, irade, aşk, hırs, cesaret, otonom sinir sistemi, reflekslerimiz, hazır cevaplılık, bellek, kendimiz hakkında itiraf edemediğimiz kabullerimiz hep bilinçaltının kontrolündedir.
iceberg
Bilgiler, duyularımız ve düşüncelerimiz vasıtasıyla bilinçaltına işlenir. Bilinçaltına işlenen bilgiler ve bu bilgilerin sonuçları, bilinç üzerinden kendini belli eder. Bu yüzden işlenen bilgilerin ne denli bir bağlantıya dönüşeceği tahmin edilemez derecededir. Bir an aklınıza çok sevdiğiniz bir akrabanızın geldiğini düşünün. Bu hatırlama sonucu belki de farkında olmadan bilinçaltınıza gönderilen bir sinyalin eseri olabilir. O an aldığınız bir koku, bir görüntü, küçük bir ses hızlı bir bağlantı süreciyle akrabanızı size hatırlatmış olabilir. Üst bilinç bu bağlantıyı gözleyemese de, bilinçaltında tüm eylemler planlı ve farkındalık ile gerçekleşmektedir. Bu yüzden bilinçaltı dünyası, gizemin ana merkezidir. (Yazının devamı ve bilinçaltının etkisi hakkında daha detaylı bilgi için şu yazımı okuyabilirsiniz; http://indigodergisi.com/2013/08/bir-ben-var-benden-iceri-bilincalti/ )
“Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…”
(Mahatma Ghandi)

Ruh ve bilinç

Ruh bizim aslolan varlığımızın ta kendisidir. Düşünceler ruhun bilinç vasıtasıyla aktardığı bilgilerdir. Lakin biz aslen ruh olsak da, içinde yaşadığımız beden hapsi içerisinde sınırlandırılmış durumda “kim olduğumuzu” unutmuş bir vaziyette yaşamaktayız. Bu yüzden ruhumuzun yani kendimizin sırlarına erişmekte zorluk çekeriz. Ruh ve Bilinç arasında çok sıkı bir ilişki vardır lakin bilinci bilinçaltı, dış etmenler veya ego gibi unsurlarda yakından etkiler. Öyleyse bilinç safi bir şekilde ruhun tesirlerini içermez, diğer unsurların da karmaşasına sahiptir.
Bizim nihai amacımız dünyevi bilinçten kurtulduğumuzda geriye safi ruhsal bilinç kalır ki bu doğrudan ruhun kendi bilincidir. Bu durumda mutlak huzur hüküm sürer. Bu ruhsal bilince ancak meditasyon, zikir, riyazat, tefekkür gibi ruhsal disiplinlerle ulaşılabilir. Meditasyon anında entelektüel zihin yani dünyevi bilinç ortadan kalkar, zihin susar zira zihin beynin bir fonksiyondur. Geriye salt ruhsal bilinç yani ruhun ta kendisi kalır, işte o an kişi kendi benliğinin idrakine varmaya başlar. Bu yüzden meditasyon çok önemlidir.
Şimdi bilinci bir kenara bırakalım ve ruhun ne olduğunu idrak etmeye çalışalım.
Biz bir şeyleri anlatırken benzetmeler kullanırız ama ruhu benzetebileceğimiz dolasııyla anlatabileceğimiz bir vasıta veya örnek yoktur. Ruh, ışık ve daha naif enerjilerden çok daha süptil (manevi) yapıda yüksek titreşimli tanrısal bir özdür. Ruhun yapısını hayal etmemiz pek mümkün değildir. Lakin bizi var eden ruhun ta kendisidir. Eğer bu beden arabaysa, arabayı süren ruhtur.
Ruhun dünyada varoluş amacı tekamül etmek yani gelişmektir. Ruh geliştikçe titreşimi yani tesiri artar ve tanrısallığa yaklaşır. Tam tanrısallaştığında aydınlanma ya da vahdeti vücud meydana gelir ki kişi mükemmel insan yani insani kamil seviyesine ulaşmış olur.
bilinç ruh zihin ve ego
Ruhun yükselmesini ışığa benzetebiliriz. Güneş ışığının farklı frekanslarda farklı renkleri vardır, mor ötesi, kızılötesi ışınlar gibi. Bizler Dünya’da düşük frekanstan yüksek frekansa doğru yükseliriz en nihayetinde ışığın ta kendisi oluruz ve yaratıcı Kaynak’a geri döneriz. Bu insanın ruhsal yolculuğudur
Bilimadamları ruhun varlığına “gözlemci” olarak isimlendirir. Bu “bilinçli gözlemci” her şeyi gözlemliyor, yargılıyor ve değerlendiriyor. Bilim adamlarının ilk sordukları soru şu olmuştur: “Bu gözlemci kim ve beynin neresinde?”. Bu konuda en iyi açıklamaları “Ne biliyoruz ki?” adlı yarı belgesel yarı kurgu filmde buluyoruz. “Ne biliyoruz ki?” isimli belgeselde gözlemci hakkındaki düşünceler şu şekilde belirtiliyor;
“Kuantum fiziği açısından bir gözlemcinin ne yaptığını biliyoruz. Fakat gözlemcinin aslında kim veya ne olduğunu bilmiyoruz. Sanmayın ki bir yanıt bulmaya çalışmadık. Baktık. Kafanızın içine girdik. Ne kadar delik varsa hepsine baktık, gözlemci denen şeyi bulmak için, ama hiç kimse yoktu. Beyinde kimse yok. Kortikal bölgelerde kimse yok. Alt- kortikal bölgelerde, limbik bölgelerde hiç kimse yok. Gözlemci diye biri yok oralarda. Yine de, hepimiz, dışarıdaki dünyayı gözlemleyerek gözlemcilik yapmışızdır.” Fred Alan Wolf (Fizikçi, okutman ve yazar)
“Benim modellememe göre gözlemci, dört katmanlı biyo-beden giysisinin içindeki ruhtur. Yani makinenin içindeki cin gibidir. Aracı süren bilinçtir. Etrafını gözlemler.  Dört katmanlı biyo-beden giysisinde, çevredeki uyarıları toplayan her çeşit duyumsal alıcı vardır.” William Tiller(Emekli Profesör, Stanford Ünb. Madde Bilimi ve Mühendisi)
Bu sırada zihni ruhtan ayrı tutuyoruz. Zihin dediğimiz olgu beynin şartlandırmalarıyla yarattığı düşüncelerdir yani bir nevi dünyevi bilinç diyebiliriz veya akıl olarak isimlendirilebilir. Zihin küçüklükten öğretilen ve mantığın ön planda olduğu bir hayatı değerlendirme ve yargılama biçimidir. Zihne göre bir şeyler iyidir veya kötüdür yada zihin mantık sınırları dahilinde inceler. Zihin ortadan kalktığında dünyevi bilinç kaybolur ve geriye ruhani bilinç kalır. Zihin hayatta mantık sınırları içerisinde bir şeyleri öğrenmemiz ve yaşamamız için geçerlidir ama zihnin oyunlarına dalmak, ruhsallığımızı arka plana atmak içsel huzursuzluğa sebep olabilir. Tam bir zihin ve ruh dengesi sağlamak önemlidir.

Zihni nasıl susturabiliriz?

Zihni susturmak meditasyon ile gerçekleşir. Zihin sustuğunda ruhsal bilinç yani ruhun tesirleri açığa çıkar ki bu yüzden meditasyon çok önemlidir. Hayatın içinde “ben tekamülün neresindeyim?” “Ben ne yapıyorum?” sorularına cevap vermek için derin meditasyona girmeli ve tefekkür ile ruhumuzun sesine kulak vermeliyiz. (Bakınız:http://indigodergisi.com/2013/03/meditasyonun-temeli-meditasyon-nedir-ve-nasil-yapilir/ ]

Ego

Ego, bizi hayatta tutan temel zihin katmanıdır. Zihnin üç katmanı mevcuttur İd, Ego ve Süperego. İd en ilkel içgüdülerle hareket eder; cinsellik, açlık, barınma (ısınma), korunma gibi.. Ego ise bu en ilkel içgüdüleri daha entelektüel bir zihinle yerine getirmenin yollarını arar. Örneğin kişi cinsellik deneyimi istediğinde id kimseyi umursamaksızın bunu yaşamak ister, ego id’yi dizginler ve uygun ortamı arar. Süperego ise bu deneyimin toplumun öğretti ahlak ve gelenekler çerçevesinde yaşamayı sağlar. Süperego yani üst benlik, anne baba çevre ve toplumdan öğrenilen üst erdemleri ve ahlak kurallarını içerir. Örneğin parasızlık anında ego yaşamını idame ettirmek için parayı çalma yoluna dahi gidebilir çünkü ego için önemli olan o paranın kazanılmasıdır. Lakin süperego ahlaki olarka bunun “yanlış” olduğunu bildiği için egoyu dizginler ve temiz yoldan para kazanır.
Ego bencildir, yani kişinin kendi çıkarını ve yaşamını göz önünde bulundurur. Kişinin rahata ve doyuma ulaşması için her yolu araştırır. İd ise sadece amacın gerçekleşmesini umursar. Süperego ise bunları dengeleyen ve ahlaki değerler içeren kısımdır. Örneğin bebeklerde İd ön plandadır, acıktığında ağlar, kakası geldiğinde yapar, id işte bu temel algıdır.
ego_superego
Ego, süperego ve İd tamamen zihne aittir, ruhun bir parçası değildirler. Bu yüzden binlerce gelenekler boyunca ego ve id kontrol altına alınmaya çalışılmıştır, süperego ise ruhsal bilinç ile desteklenmiştir.
Egoyu kötü veya yanlış olarak sınıflandıramayacağımız gibi onun da yaşamımızın bir parçası olduğunu kabul etmemiz şarttır. Ego, bizi yaşatan içgüdülerdir, egonun olmaması yaşamda var olmayı engeller öyleyse elzemdir. Ama burada önemli soru; Egomuz mu bizi yönetecek yoksa biz mi egomuzu?’dur.
Ruhsal disiplinler egodan kurtulmaya çalışmaz örneğin tasavvufta nefs olarak isimlendirilen ego, yok edilmez sadece “terbiye edilir”. Aynı gelenek Budist ve tao yollarında da vardır. İnsan ya egonun kölesi olur ya da egonun efendisi. Eğer egonun kölesi haline gelirsek, egonun bizi götürdüğü yere gidebiliriz ancak lakin egonun efendisi olursak tam manasıylaözgürlüğümüze kavuşmuş oluruz. İşte bu özgürlük için egoyu kontrol etmek yani terbiye etmek önemlidir. Çünkü Ego bizi sonrasında pişman olacağımız veya kendimizi tehlikeye atacağımız en önemlisi ruhsal tekamülümüzü engelleyecek yollara sokabilir.
İd gücünü bilinçaltından alır, ego ise ön bilinç ile bilinç arasında yaptırım gücüne sahiptir. Süperego üç kısmı da kapsar. Toplumsal ahlakın bilinçaltı kalıbı ve bilinçli davranışlar süpergonun temel unsurlarını oluşturur.
Süperegosu gelişmiş bir insan zihnini daha entelektüel şekilde kullanabildiği için egonun tesirlerini dizginleyebilir. Ama ruhsal gelenekte süperegonun gelişmiş olması da çok büyük önem arz etmez, zira zihin bedene aittir, hakiki olan ise ruhtur. Bu yüzden süperego, meditasyon pratikleriyle ruhsal bilinçle desteklenmelidir.
Egonun, ruhun ve zihnin görevi
Ego bahsettiğimiz gibi zihnin üç katmanından biridir zihin ve egonun görevi ve amacı dünya üzerinde yaşamamızı idame ettirmektir yani hayatta kalmaktır. Ruh’un nihai amacı ise tekamül etmek ve çıktığı ÖZ kaynağa geri dönmektir haliyle öz kaynağa geri dönme yolunda ki tekamül süreci DÜNYA planı üzerinde gerçekleşir. O yüzden “insan” olmak demek ruhun tekamül etmesi demektir ve insan olarak var olmanın en temel kaidesi de zihin ve egonun onu yaşatması ve sürekliliğini sağlamasıdır. Ego bu dünyada kalmamızı amaç edinir, eğer ego olmasaydı biz hayat içinde yaşayamaz, çabalayamazdık. Ego bize sık sık hata yaptırır ama bu kötü değildir, egonun yaptırdığı hataları zihin yorumlar ve bunlardan ders çıkarır, işte bu farkındalık anıdır ve ruhun tekamülüne hizmet eder. Öyleyse ruh tekamül etmek için insan bedenindeki zihine ve egoya ihtiyaç duyar.
Peki ruhun bu ikisi arasındaki konumu nedir?
Ruh, bunlardan tamamen bağımsız ve bizim benliğimizin ta kendisidir. Zihin ve ego, “bedene” yani bu insan suretine ait kavramlardır ve görev ve mevkileri “dünya yaşamı” ile sınırlıdır. Yani dünyada görevleri vardır, amaçları ise dediğim gibi ruhun tekâmülüne katkı sağlamak, yaşamı idame ettirmek, hata yapmak, başarılı olmak ve hatalardan ders almaktır. Bunlar “insan” olmanın doğal kaideler. Ruh ise bunlardan daha arınık asli benliğimizdir.
sufi_dancer
Nefs terbiyesi
Burada önemli nokta bahsettiğimiz gibi egonun bizi kontrol etmesi değil bizim egoyu kontrol etmemizdir, bu ise ancak egonun isteklerine ters düşerek gerçekleştirilebilir. Farklı kültürlerde farklı yöntemler var, budizmde uzun süren meditasyon pratikleri yapılır, hindu geleneğinde ağır oruçlar uygulanır, tasavvuf geleneğinde ise çilehanelerde çile çekilir.
Sufinin biri uzun uzun yazıyor sonra kağıdı yırtıp atıyormuş, sonra yine yazıyor yine yırtıp atıyormuş. En son bir öğrencisi dayanamayıp sormuş “niçin böyle yapıyorsun?” diye o da cevap vermiş “nefsim beni oyalamasın diye ben nefsimi oyalıyorum” Başka bir ruhsal öğretmen ise egoyu kontrol etmek ve onun zıttını yapmak için her sabah soğuk duş aldığını anlatır. Ego, bunu yapmaması için çırpındığı halde, soğuk duşa girerek egonun kontrolünü eline alır. Ama ilginçtir ki bu seferde soğuk duşa alıştığı için artık sabahları soğuk duş yapma isteği üzerinden egoyu dizginlemek zorunda kalır. Bu yüzden ezoterik gelenekte nefs, çok başlı canavara benzer, bir başını kestiğinizde bir baş daha çıkar. Nefs terbiyesi için tam canavarın kalbine yani olayın özüne inmek gerekir. Haliyle nefse zıt gelmek en çok kullanılan pratiktir. Burada zıt gelebilmek için onu fark etmek gerekir, egonun isteğinin altında olan nedir onu algılamak önem arz eder.
Açıkçası bizler modern dünyanın insanlarıyız ve çilehane ya da ağır oruçlara girme olanağımız yok, o yüzden nefsi terbiye etmemiz bu pratiklerle pek mümkün değil. Nefsi terbiye etmek için ayda bir oruç tutmak (ister ruhani oruç ister daha ağır) faydalı olacaktır. Ama asıl yapmamız gereken egonun farkına varmaktır. Çünkü fark etmek o şeyi değiştirmek demektir. Bir Budist keşişi olan Thich Nhat Hanh, farkında olmanın hem egoyu terbiye etmenin hem de erdemlere sahip olmanın yegane yolu olduğuna değinir. Eğer sürekli farkındalık halinde yaşarsak, egonun ve ruhun seslerini ayırt edebilir ve erdemli olmayan davranışları fark edip değiştirebiliriz. Örneğin farkında olmadığımız sıradan bir günde yere çöpe atar ve doğaya nasıl zarar verdiğimizi fark etmeyiz. Ama farkındalık dolu bir yaşamda çöpü yere atma eylemine odaklandığımız anda dünya’ya nasıl zarar vereceğimizin farkına varır ve çöpü olması gereken yere atarak, erdemli bir davranış yaparız. Bu yüzden fark etmenin doğal olarak tesir ettiğini söyleyebiliriz.
Egonun farkına nasıl varabiliriz?
Cevap çok basit; kendini sorgulayarak. Herhangi bir şey istediğinde şu soruyu kendimize sormalıyız “Ben bunu niye istiyorum?” gelecek cevap egonun isteği olup olmadığını gösterecektir. İkinci soru ise “gerçekten benim buna ihtiyacım var mı?” Örneğin çok güzel bir giysi beğendik ve paramız az. Ama onu alma içgüdüsü duyuyoruz. Burada sormamız gereken “benim buna ihtiyacım var mı?”  sorusudur. Eğer bir sürü giysiniz varsa ve ihtiyacınız yoksa cevap hayırdır. “Ben bunu niye istiyorum?” sorusuna cevap ise “daha güzel olmak”, sorunun devamı “neden daha güzel olmalıyım” cevap; “insanların beni daha fazla beğenmesini sağlamak için” şeklinde gider. İşte bu noktada ego vardır. Kişi insanların gözünde daha değerli olmak ve insanları etkilemek için bunu istiyor demektir.
ego-mirror
Aynı sistemi uyguladıkça tuhaf bir farkındalık gelişmeye başlar. Yavaş yavaş neyin egodan neyin ego dışından kaynaklanmaya başladığını görürsünüz. Çok ilginçtir ki, insanlar çok iyi şeyler yaptıklarını düşünseler de bu egodan kaynaklanır. Örneğin bir fakire yardım etme isteği egodan kaynaklanabilir. “Ben bunu niye istiyorum?” sorusunun cevabı, “çünkü onun buna ihtiyacı” var ise sorun yoktur, olay vicdanidir, ruhdan gelene saf bir niyettir. Lakin dürüst cevap “Çünkü insanların gözünde iyi gözükmek istiyorum” veya “Ben iyi olduğumu kanıtlamalıyım” ise olay egodan kaynaklanır. Çünkü sizin orada yaptığınız eylem o kişinin iyiliği için değil, kendinizi yüceltmek içindir. İşte ego ve zihnin oyunları bu aktif sorgulamalarla alt edilebilir ve farkına varılabilir. Böylelikle kişi egonun oyunlarından sıyrılmış olur.
Bütüncül Olarak Biz
Bizler kısacası ruhun ta kendisiyiz lakin geldiğimiz bedenin kurallarına göre oynarız. Bilinçaltı, bilinç ve önbilinç aşamaları yanı sıra zihnin üç tabakası; ego, süperego ve id zihnimize ve bilincimize şekil verir. Bilinç esasında ruha ait olsa da tüm bu tabaka ve aşamalardan etkilenir. Bizlerin amacı egoyu dizginlemek ve zihne önem verdiğimiz kadar çeşitli ruhsal pratiklerle ruhun sesine de kulak asmaktır, böylelikle ruhun tesirlerini dinler ve içsel huzura, benliğimizin ve varoluşumuzun asıl sırlarına yolculuk edebiliriz.
YAZAR:EFE ELMAS

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder